
Öykü kitapları listesinde Aykut Ertuğrul´un Evrenin Yatışmaz Yapısı ve Diğer Öyküler kitabını görünce -adından olacak ki- dikkatimi çekti. Başka biri kitabın yanına adını yazacak diye korktuğumdan, hızlıca kütüphaneye gidip bir bilgisayarın karşısına oturdum. Arama motoruna kitabın adını yazıp bir siteden bulduğum inceleme yazısına göz gezdirdim. Ardından sınıfa gidip kitabın karşısına ismimi yazdım. Birkaç gün sonra kitabevine gidip kitabı aldım. Okumak için elime aldım. Kitabın kapağını açıp birkaç sayfa çevirdim.
İlk öykü, kitabın adında da geçen Evrenin Yatışmaz Yapısı´dır. İlk öykü, ilk tanışma. Bu öykü diğer öykülerin kaderini belirleyecek aslında. Seyahate devam mı edeceğiz yoksa başlamadan bitecek mi bu yolculuk(?) Rafta okunmayı bekleyen kitapların arasından zaferle çıkıp, altı çizilmiş, üzerine düşünülmüş, sohbetler edilmiş, hatta belki de üzerine değerlendirme yazısı yazılmış olarak mı dönecek rafa yoksa… İşte bunu belirleyecek olan ilk öyküdür. Yazar ilk öyküsünde -belki de bu yüzden- ara ara “burada mısın?” diye soruyor; evet, buradayız.
Kitap üzerine değerlendirme yazısı yazmaya çabaladığıma göre kitabı okumuş olmalıyım. Yani ilk öykü -benim için- diğer öykülere olan sorumluluğunu yerine getirmiş demek ki. Dolayısıyla ilk öykü üzerine -diğerlerine göre- fazla durmakta bir sakınca görmüyorum. Öykünün ismi insanı düşünmeye iten bir isim. Hatta “Nedir bu evrenin yatışmaz yapısı?” dersek tam olarak felsefi bir soru olur`, üzerine saatlerce konuşulur, denemeler yazılır. Aslında ismi biraz daha derinden incelemeye kalkarsak, Abdülkerim Süruş´un aynı isme sahip bir kitabı olduğunu görürüz. Ertuğrul bununla ilgili bir soruya “Doğrudan bir bağlantı yok.” diyor ve Süruş’un kitabında okuduğu bir kısmın, hikâyeyle ve karakterin dünyasıyla uyumlu olduğunu düşündüğünden bu ismi seçtiğini ekliyor. Öykü iki ses ile hayat buluyor. Yazar ilk anlatıcı için Dede Korkut´u, ikinci anlatıcı için kendisini seçmiş. Öykü başta Dede Korkut olmak üzere birçok metne ve yazara göz kırpıyor, hatta bu, kitabın genelinde böyle diyebiliriz.
İkinci öykü Âdem´den Önce; günümüzde pek çok yerde karşımıza çıkan, teknolojinin yeni göz bebeği yapay zekâ temalı bilim kurgu bir öyküdür.
Bir diğer öykü Binbir Cevapsız Çağrı isimli öyküdür. Binbir Gece Masalları´nı bilmeyen, Şehrazat´ı tanımayan, hikâyesini duymayan yoktur herhalde. İşte yazar bu öyküsünde Şehrazat´ı konuk alıyor diyebiliriz. Bu öykü anlatıcı kısmında fazlasıyla dikkatimi çekti. Çünkü iki anlatıcı var; biri İshak Karınca, diğeri Terzi Yakup… İlk ses İshak Karınca´dan, onuncu bölümle birlikte ses değişiyor ve yeni sesin sahibi Terzi Yakup. Başlangıcı yazılmış öykülere son yazdığını söyleyen İshak Karınca´nın başlangıcını yazdığı metnin devamını Terzi Yakup yazdı yani.
İlk öykü ne kadar önemliyse, son öykü de o kadar önemlidir bence. Dinlediği bir konuşmadan, okuduğu bir yazıdan insanın aklında hep son kısım kalır. O yüzden yazar asıl derdini sonda söylemelidir belki de.
Bu kitabın son öyküsü yani Kuyularda Dolaşan öyküsünü, aynı öyküde geçen bir sözle anlatmak istiyorum. “Mahşer bunun içindir. Kuzular ve onları yaralayanların, kendi gizli suretlerini Allah´ın aynasında görebilmeleri için.” bu sözü okuduğumda bir süre düşündüm. Ardından aklıma bir soru geldi`, insan ve din arasındaki bağ nedir? Bu sorunun cevabı beni öyküdeki o sözü düşünmekten kurtaracaktı. Soruyu -belki doğru, belki yanlış- şöyle cevaplandırdım`, insanoğlunu dine bağlayan şey dünyada yaşayamadığı adaleti, dinin verdiği diğer dünyada yani yazarında değindiği mahşerde bulacağını bilmesidir. Ademoğlu, dünyadaki bu adaletsizliğe mahşerde Tanrı tarafından cevap verileceğini umar ve dünyada sığınılacak limanını bulur.