ÖyküSayı 22

Unut Onu!

Dilara AKSOY | ARTVİN Arhavi Ertuğrul Kurdoğlu Fen Lisesi, 12-B

“Her yerdeler işte! Orada, burada diye göstermek faydasız; her yerdeler! Beynimin içinde kıvranıyorlar, küçük ve şirin kurtçuklar gibi. Kıvranan kim? O ses de ne öyle?”

Olduğum yerde sarsılıyorum; parmaklarım güçsüz, kopmaya yüz tutmuş saçlarıma sarılı. Gözlerimin önünde, kaynağı belirsiz ışık zerreleri var. Korktuğumu sanıyorum, bedenimi olabildiğince kendime çekiyor ve titriyorum. Kendisine sığındığım duvarlarsa beni yutmaya hazır gibi görünüyor. Gibi. Gibi? Bir duvarın niyetini nereden bilebilirim ki ben? Her şeyi yapabilir o, katı çünkü çok sert, ezici. Ya da başka bir sebebi vardır, emin olamadım. Sebep… Sebepmiş! Ne önemi var sanki? Her seferinde beni kandırıyor zaten. Her seferinde kendimi tutsak ve bir o kadar da yaralı buluyorum ona yaslandığımda. Bu hiç de adil değil. Oysaki ben… Ben?

Yatağımın üzerindeyim, kendimi biraz daha köşeye çekmeye çalışıyorum. Ellerim, parmaklarıma yapışmış tutamlarla ilerliyor. Havaya kaldırıyorum avuçlarımı, çürüyen derime bakıyorum ve gülüyorum ancak bu, pek de uzun sürmüyor. Tekrardan sarsılıyorum, ürpermeye başlıyorum. Işıklar yanıp sönüyor. Yanıyor ve sönüyor. Yanıyor ve… Gözlerimi kapatmaya çalışıyorum, beceremiyorum. Lekeli battaniyemi yüzüme kadar çekiyorum, soluksuzum. tik… tak… tik… tak… Yine buradalar. Sesler, saat sesleri, onlarcası, buradalar. Şu köhne oda var ya, hep saat dolu, hepsi de kırık, ben kırıyorum onları. Niye kırıyorum ki? Bilmem, ben de yeni öğrendim zaten. Kırıkmış, doluymuş, öğrenmişim. Ne zaman öğrenmişim? Öğrenmiş miyim? Bir… İki… Evet, evet, iki gün önce söyledi bana biri. Birinin kim olduğunu da bilmiyorum ama. Sahi, kimdi o? Neyse işte, kimse kim, beni nereden tanıyorsa artık. Her yeri kirletmişim de, burada nasıl yaşıyormuşum da falan filan. Zırvaladı durdu, iyi ki de gitti! Ben mutluydum kırık saatlerimle. Bak şimdi yeniden geldi hepsi, bu sefer de çok bağırmasalar bari.

Olduğum yerde, tetikte beklemeye devam ediyorum. Soracaksanız eğer, nedenini bilmiyorum. Niye soracaksınız onu da bilmiyorum. Ancak sezdiklerim her zamankinden oldukça farklı. Kapı çalıyor. Birisi kapımı çalıyor. Kim niye benim kapımı çalsın ki? Bir iş var ama neyse ne. Bu saatte ne derdi olacaksa. Saat. Saat kaç? Bir hışımla yerimden kalkıyorum, ayaklarımın ezildiğini bile bile birkaç adım atıyorum. Kolu sıkıca kavrıyorum. Açılmıyor. Ne yaparsam yapayım açılmıyor. Kapı açılmıyor. Sesler…

Gürültü şiddetleniyor. Afallıyorum, nefesim kesiliyor, ellerime cam parçaları batıyor. Yine de önüme ne geliyorsa dev tahtaya doğru fırlatmaya başlıyorum, bağırıyorum, ağlıyorum. tik… tak… İçeriye tıkıldım, kaçmam gerek, gitmem gerek, burada ölemem, bir yolu olmalı. Nasıl? Nasıl? Kapı kilitli. Bir yol… Biri. Birileri adımı söylüyor. Adımı nereden biliyorlar? Peki ya ben adım olduğunu nereden biliyorum? Adım mı varmış benim? Neymiş ki?

Hâlâ vaktim olmalı, vakit…

Yere düşüyorum, gözlerim hiç olmadığı kadar açık, sesimi çıkaramıyorum. Birkaç başarısız denemenin ardındansa pes etmek için doğru bir zaman olduğuna karar kılıyorum. Vücudum buz kesmeye başlıyor, ben ise zihnimin bir köşesinin kemirildiğini hissediyorum.

Karanlık, biri beni kovalıyor. Biri niye beni kovalıyor? Zaman. tik… tak… Bak, sen de bak! Herkesin arasındayız işte yine! Eski günlerdeki gibi. Ama o da orada. O. O kim ve neden orada? Çok yakın, gülüyor, korkuyorum. Şimşekler çakıyor. Yüzü belirginleşiyor. Tanımaya başlıyorum. Onu tanıyorum. Geliyor. Gürültü, çok fazla. Bağırıyorum ona; git, diyorum.

Çizgiler, siyah ve uzun çizgiler. O kadar ki kolunu uzattığı an beni alıp götürecek. Gözümün içine bakıyor, hayır, sivri dişlerini görmek istemiyorum. Beni yine götürecek, kaçıracak! İSTEMİYORUM. Oraya gitmek istemiyorum. Saatler, saatler yine etrafımı sarıyor, beni yine götürecekler!

Doktor. Doktor, doktor… Ne demişti? Belki de başka biriydi. Birisi bir şey söylemişti, eminim. Neydi ki? Bilmem, hatırlamıyorum. Kendimi zorluyorum ama hiçbir şey yok. Yine yok. Hatırlamıyorum. Yine. Yine. O yüzden geldiler zaten, unuttum diye geldiler. Unut… Unut onu, unut, hadi, unut işte, saatler yok, hiçbiri yok, o adam da yok. Gerçek değiller. Gerçekler. Görüyorum onları. Nasıl gerçek olmasınlar ki? Her yerdeler işte! Orada, burada diye göstermek faydasız; her yerdeler! Beynimin içinde kıvranıyorlar, küçük ve şirin kurtçuklar gibi. Kıvranan kim, o ses de ne öyle?

Doğruluyorum, oturduğum yerde sallanıyorum. Geliyorlar. Gitmek istemiyorum. Etrafımı sarmaya devam ediyorlar, peşimdeler, gitmek istemiyorum. Ağlıyorum, hatta yalvarıyorum. Bir yararı yok, geldiler işte, içerideler, oradalar, her yerdeler, kaçışım yok, her yer…

Kapı. Açıldı. Kapıyı açtılar. Kilitliydi ama kapıyı açtılar. Onlar. Işık gözlerimi acıtıyor, göremiyorum. Birilerinin kollarımdan tuttuğunu hissediyorum. Çırpınmaya başlıyorum, çığlık atıyorum, tekmeler savuruyorum. Uzun, siyah siluetler, çok güçlüler. Beni götürecekler, gitmek istemiyorum. Ama çok geç. beni götürecekler. Kollarım acıyor, kaldırılıyorum yerimden. Direnmeye çalışıyorum; yine o sivri uçlu şeylerden var ellerinde, yine o dişler. Canımı yaktığını söylüyorum ama hep getirip duruyorlar. Niye getiriyorlar? Canımı yakıyor işte. Niye canımı yakıyorlar ki? Ne yapmışım sanki? Korkuyorum sadece. Gitmek istemiyorum. Ama… yine…

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu