
Genç Werher’in Acıları, Alman yazar Johann Wolfgang von Goethe tarafından 1774 yılında yazılmış mektuplardan oluşan bir aşk romanıdır. Dünya edebiyatında şöhretin zirvesinde yer alan isimler arasında sayabileceğimiz Goethe, şiirlerinde olduğu gibi bu kitabında da hayatından kesitler sunmuştur biz okurlarına. Satır aralarında saklı Goethe’nin duygularını aslında okurken hissetmemek elde değil diye düşünüyorum. Zaten benim dışımda birçok insanın kalbine de işlemiş olsa gerek; o dönemin Almanya’sında büyük sarsıntılara yol açmıştı çünkü Goethe, okurlarına sessiz bir çığlıkla hayatını anlatarak…
Günümüzde hayatta olup da büyük bir okur kitlesine sahip yahut eserleriyle çok yere konu olmuş olan sanatçı sayısı bir elin beş parmağını geçmez sanıyorum. “Büyük sanatçı olabilmesi için önce mezarının olması gerek” anlayışı da bu bahsettiğim durumu destekler nitelikte ne yazık ki. Fakat Almanya’da öyle olmamış, yani 1770’li yılların Almanya’sında. Goethe böyle olacağını tahmin eder miydi, bilinmez. Fakat bu kitabının yayımlanmasıyla Goethe şöhretin doruğuna ulaşmıştır. Lakin onun bu şöhretten haz ettiği pek söylenemez. Hatta sırf bu şöhret dolayısıyla kitabına karşı nefret beslediği bile yazmaktadır kaynaklarda.
Genç Werther’in Acıları kitabındaki Werther’in, Goethe’nin kendisi olduğu ve Lotte’nin de gerçek hayatta tanıştığı Charlotte olduğu çokça bilinen bir gerçektir. Bunu bilerek kitabı okuyunca içimiz daha bir cız ediyor. Çünkü roman kahramanları sadece romanda değil, aslında gerçek hayatın birkaç oyuncusu konumundadır. Diğer bir yandan, kitabın ilk sayfalarını açtığımızda Werther’in; her türden insanın yaşadığı, fabrika dumanlarından tabiatın güzelliğinin bozulduğu ve sürekli koşuşturma içinde yer aldığı büyük şehirlerden sıkıldığını bu yüzden küçük bir yerleşkeye kaçmak istediğini görüyoruz. Ayrıca yakın arkadaşı Willhelm’ın kardeşi Leonore’a âşık olmuş ve bunun bir hata olduğunu düşünerek kaçış yolunu unutmak adına atılan büyük bir adım olarak görmüştür. Fakat bu küçük yerde, Wahlheim’da Willhelm ile iletişimini kesmemiştir. Roman da zaten bütünüyle onların birbirleriyle mektuplaşmasıyla oluşmuştur.
Werther, taşındığı vadide arkadaşlar edinmiş ve beraberinde bir partiye davet edilmiştir. Fakat partiye gitmeden önce arkadaşları tarafından defalarca ikaz edilmiştir: “Gideceğimiz evdeki güzel kıza âşık olmasan iyi edersin, kendisi nişanlı.” Werther pek kulak asmamıştır bu uyarılara tabii. Hatta biraz da komik bulmuştur bu durumu kendince. Ta ki eve girince o güzel kız diye bahsedilen Lotte ile karşılaşana dek… “İlk görüşte aşk” misali, âşık olmuştur Lotte’ye. O günden sonra da hep Lotte’yi görebilmek için o evin yakınlarına gitmiştir. Kitabın başında bahsedilen Leonore tamamen unutulmuş, artık sadece “Lotte” yer edinmiştir kalbinde Werther’in. Kafasında hayaller kurmuştur onunla lakin bir gerçeği görmezden gelmiştir hep: Lotte nişanlı bir kadındı. Onun nişanlı olması da tabii ki bir engel sayılırdı, topluma göre.
Lotte’ye Göre Aşk mıydı Dostluk mu? Bu sorunun cevabı bilinemezliğiyle kalıyor aslında. Werther’e karşı bir şeyler hissettiği kesindi fakat kafası karışıktı. Hattı zatında bir nişanlısı vardı ve yakın bir zamanda evleneceklerdi. Evleneceği adam onun tek aşkı olmalıydı ya. Aksi takdirde yaşananlar ahlaka aykırı olurdu. Bunların değerlendirmesini yaptı ve sonucunda kendini kandırdı Lotte, Werther’i sadece dost gördüğüne inandırdı kendisini. Ardından bunu ona da söylemek, onu da bu yalanına inandırmak istedi.
Werther kısa bir süre içerisinde Lotte’nin nişanlısı Albert ile de tanışmış, hatta Albert’in harikulade bir insan olduğunu düşünmüş ve tüm bunlar Werther’i zaten kötü etkilemiştir. Bunların üzerine Lotte’nin kendisini dost olarak görmesini ve bundan sonra hiç görüşmek istemeyişini duyduğunda ise adeta kahrolmuştur. Bir süredir kafasında yer edinen intihar fikrini bu olanlar teşvik etmiş ve sonucunda ne yazık ki Werther karşılıksız aşkına yenik düşmüş, şu sözlerle intihar etmiştir: Kader bu, önüne geçilmez. Lotte! Elveda Lotte. Elveda!
Kitabın yayımlanmasıyla Almanya’da bir “intihar akımı” oluşturması olumsuz yönlerden biridir. Öyle tahmin edersiniz ki “karşılıksız aşk” yahut da “kara sevda” yıllardır çok ilgi gören konuların başında gelmektedirler. Goethe’nin konuyu üslubuyla daha da etkili bir hale getirmesi ve aynı zamanda kendi hayatından birtakım rüzgârlar estirmesi de ayrıca eseri etkili kılan özelliklerdendir. Birçok zaman insanlar intihar gibi ciddi bir sona varan bu yasak aşkı merak edip peşine düşmüştür. Kitabı kelime kelimesine irdelemiş, hakkında incelemeler okumuş ve kendini Werther’in veya Goethe’nin yerine koymuştur. Zaman zaman çok değişik teoriler de doğsa Goethe tüm bunları görmezden gelmiştir. Öyle bir duruma gelmiştir ki, kitabı yazdığına daha doğrusu yayımladığına pişman olmuştur. Daha birçok eseri olmasına rağmen en çok bu kitabın hakkında soruların gelmesi de onu biraz boğmuştur.
Günümüzde birçok insan halâ böyle karşılıksız aşkının tutsağı olmaktadır. Aşktır ya bu, ne yaşamayan bilir, ne yaşayan anlatabilir. Buna rağmen zamanında Goethe böylesine bir eser çıkarabilmiştir, büyüleyici. Fakat ben de birçok okur gibi kitabın sonunu beğenmeyenlerdenim. Ahlaka uygun olmayabilirdi ama Lotte -yani Charlotte- aşkını inkâr etmemeli ve Albert’i seçmemeliydi. Anlatılana göre Albert sahiden çok iyi bir insandı ancak görünürde bir aşk adamı değildi. Yani Lotte Albert’i terk edip ona deli divane âşık olan Werther’i tercih etmeliydi kanımca. Böylelikle bir bakıma mutlu son olabilirdi. Ve zaten benim gibi düşünen C. Friedrich Nicolai kitabın sonunu beğenmemiş, bir hiciv yazmış ve hicvinin adını “Genç Werther’in Neşeleri” koymuştur. Fakat böyle olsaydı aynen şu anki kadar bir üne kavuşur muydu eser, pek sanmıyorum doğrusu. Yani belki de Goethe bu yüzden olmasını istediği gibi bitirmemiş, doğru olanı yazmıştı.