RöportajlarSayı 23

Rize Belediye Başkanı RAHMİ METİN ile Röportaj

Cemre SANDALLI, Murat CİVAOĞLU | RİZE Sosyal Bilimler Lisesi Öğrencileri

Sayın başkanım, ikinci kez belediye başkanı seçildiniz. Kendinizden kısaca söz etmenizi isteriz. Özgeçmişinizi incelediğimizde, farklı branşlarda öğrenim görüp farklı branşlarda çalışma yaptığınızı gördük. Eğitimci olarak öğretmenliği özlüyor musunuz?

Evet, yani eğitimcinin özlediği tek yer öğretmenliktir herhâlde Tabii, farklı işler yapmamız ve çok farklı kategorilerde gençlik yıllarımızdan beri bulunmamız, toplum örgütlerinde ve derneklerde yer almamız önemli. Mesela ben liseden sayısal çıkışlıyım ama sözel bir yerde okumam gibi. Felsefede yüksek lisans yaptım, sosyoloji okumuşum. Aslında insanı çeşitlilikle tanıdığınız zaman, toleranslı biri olabiliyorsunuz. Hayata ve olaylara bakışta, kişileri değerlendirirken çeşitli yerlerden istifade etmeniz, kaynak olarak tüketmeniz, olayları daha toleranslı çözmenizde fayda sağlıyordur. Ama özgeçmişte en çok da öğretmenliği özlüyorsunuz. Çünkü öğretmenlikte, eğitim verdiğimiz gençlerin 5-10 yıl sonra bir yerlere geldiğini gördüğünüzde, bundan müthiş mutluluk duyuyorsunuz. Bu anlamda öğretmenliği, ben insanların içerisindeki potansiyelleri uyandırma sanatı olarak görüyorum. O anlamda güzel bir meslek ve özlenmesi gereken bir meslek.

Anadolu’nun hemen her bölgesinde insanlar ne pahasına olursa olsun şehirlerde yaşamak isterken, Osmanlı’nın bir sözünde “Varam ki şehre ulaşam, feryad-ı fıgan koparam” deniyor. Şehrin, insanları kendine çeken cazibesi ile yaşamaktan bıktıran çilesi hakkında neler söylersiniz?

Bu belki bizim gibi butik şehirler için değil, daha çok kozmopolit şehirler için geçerlidir. Aslında, halen sokaklarımızda sabah çıkıp dolaşırken selam verebileceğimiz, oturup çayını içebileceğimiz, derdimizi dinleyebilecek veya derdini dinleyebileceğimiz insanlar var. Ancak, çok daha büyük kozmopolit şehirlerde bu durum yok. Oradaki çile ve sıkıntı, adeta insanları o şehir hayatından uzaklaşmak istemeye itiyor. Köy cemaatleri; şehir cemiyeti temsil eder. Cemaat, sözlü kuralların geçtiği, cemiyet ise yazılı kuralların geçtiği yerdir. Cemaatte yardımlaşma vardır, merhamet damarı daha yüksektir. Şehirde bunun yerini başka unsurlar almıştır. O anlamda, kırsaldaki muhabbet, sadelik ve naiflik şehirde yoktur. Şehirde kaotik bir yapı, iticilik ve stres vardır. Yardımlaşmadan ziyade itişme vardır. Bu nedenle, insanlar sadelik, yardımseverlik ve dinginlik adına köyleri daha çok seviyor. Ancak Rize, bunun ortasında bir yerde; henüz çok kozmopolit bir şehir değil, butik bir şehir. Burada, az önce anlattığımız cemaat duygusundaki yani köy duygusundaki kavramlar hâlâ yitik değil. Bizim şehrimiz Rize’de, biz onları bulabiliyoruz ve yine görebiliyoruz. Bunun için de şehir olarak mutluyuz diyebiliriz.

Başkanı olduğunuz Rize’nin sevdiğiniz tarafları nelerdir? Sizin bu şehre katkılarınız var elbette. Peki, bu şehrin size katkıları nelerdir? İyi ki burada doğdum diyor musunuz?

En başta, iyi ki Rize’de doğdum. Hani Rizelinin bir lafı vardır ya, düşünsene, Rizeli değilsin, tövbe, estağfurullah. Şimdi ben bir kere denizi olan şehirleri seviyorum çünkü kendimi deniz olunca konumlandıramıyorum bir yere. Navigasyona bakıyorsun ya, deniz olmasa konumlandıramam kendimi, neredeyim, dünyanın neresindeyim diye. Ama denizi görünce dünya haritasında nerede olduğumu beynim bana sinyal veriyor. Çocukluğumuzdan beri denizin karşısında büyüdük; deniz benim için çok önemli. Rize çok butik bir şehir, kendine özgü hasretleri olan bir şehir. Rize’nin coğrafyası mikro klima bir coğrafyadır. Çok spesifik bitkileri var; mesela 5-6 tane mor meyve sadece Rize’de var, başka şehirde bulamazsınız. Ağustos eriği, üzümü, böğürtleni mesela. Rize vatansever bir şehirdir, memleketini ve vatanını benimsemiştir adeta. Rize engebeli ve iklimi çok değişken olduğu için insanı gittiği her bölgeye çok çabuk adapte olabiliyor. Bir bölgeye adapte olabilmek zekâ göstergesidir. Zekânın tanımlarından biri de bulunduğu ortama çabuk adapte olabilmektir. Zekânın bir parçası, dünyanın her yerine gittiği zaman ya bir derneğin başkanı, ya bir cami kurma derneği, ya bir futbol kulübü derneği; illaki bir şeyin başında bir Rizeli, bir Doğu Karadenizli vardır. Ama hep hayrınadır o milletin, o şehrin, o ülkenin. Kötülüğüne değil, hayrınadır. İçinde o anlamda zeki, dinamik, bulunduğu yere yardım etmek isteyen vatansever insanlarıyla, coğrafyası ve iklimiyle özel bir şehir olduğu için de iyi ki Rize’de doğmuşum diyorum.

Bizim toplumda genellikle halkın yönetenlerden pek çok isteği olur ama şimdi tam tersi olarak, belediye başkanı olarak bu şehrin altında ne tür bir isteğiniz var?

Çok şey var da, ben en son noktada halktan şunu isteyebilirim: Hani bizim temizlikle ilgili kurallarla ilgili pek bir sorunumuz yok. Mesela, bizim trafikte kurallara uyulsa hiçbir sıkıntı olmayacak ama onların da önemi yok. İnsanlar, birbirlerinin eksiklerini yüzlerine çarpmadan, birbirimizin güzel taraflarını söyleyebilsek güzel taraflarını birbirimize iltifat olarak ifade edebilsek, bu sinerji eksikliklerimizi de gidermeye yardımcı olacak. İnsanlara, eksiğini söylediğin zaman gard alıyor, hemen eksiğinde inat ediyor, bu doğrudur diyor. Bu eksik ama ya sen ne kadar güzel şunu yapıyorsun, bunu yapıyorsun dediğin zaman, o güzellik içerisinde eksiklerini kendi bildiği için onlar da tamir etmeye başlayacak. Aman görmesin, bak bu kadar güzel bana iltifat ediyor, bunları da görmesin. Onun için özetle şunu diyebiliriz: Yani insanlarımız, şehrimiz coğrafi anlamda güzel bir şehir. Birbirimize daha hoşgörülü bakabilmek, eksiklerimizi tamir etmek için uğraşmak, kardeşimizin, arkadaşımızın eksiklerini tamir etmeye çalışılmasını isterim. Toparlayacak olursam, halktan mutlu zamanlarını çoğaltabilmesini, anı biriktirebilmesini isterim. Hayat geçip gidiyor, anılar biriktirmek lazım. Yarın bir gün güzel şeyler anlatmak için, belki çocuklarla, belki torunlarına anlatabilmek için anılar biriktirmesini isterdim.

Farabi, çok bilinen ‘Medinetü’l-Fazıla’ kitabında, ‘tam sıhhatte bir vücuda’ benzettiği ‘Fazıl Şehir’ için ‘sakinlerinin ancak mutluluğa erişmek maksadıyla yardımlaştıkları bir şehir’ diyor. Bu erdemli şehrin karşısında; cahil şehir, fâsık şehir, değişmiş şehir, şaşkın şehir gibi yaşanması güç yerler sıralıyor. Size emanet edilen bu şehrin ‘fazıl şehir’ olması için neler yapması gerekiyor?

Şehirlerin içinde aslında STK’lar, yani yardımlaşma dernekleri, belirli dezavantajlı gruplarla ilgili kurulan yardımlaşma dernekleri de başta olmak üzere, toplumdaki vakıf ve dernek kültürü arttıkça, modern anlamdaki yardımlaşma bağları da daha fazla artıyor. Geçmişte bunları başka kavramlarla ifade ediyorduk ama modern toplumda artık o STK’lar ve vakıflar, bu yardımlaşma duygusunu hissettiriyor. Mutlu insan şekli aslında biraz önceki kavramla da ilintili; yani kozmopolit, çok karmaşık, çok büyük şehirlere doğru gidildikçe o erdemli şehir, faziletli şehir imajı azalıyor. Daha sade şehirlere doğru geldikçe bence erdemli şehir kavramı artıyor. Biz belki biraz ‘şaşkın şehir’ tipine uygun; niye şaşkın şehir? Ben şöyle anlatıyorum onu: Yani kırsaldan şehre göç etmiş, henüz şehri içselleştirememiş, kısmen köy davranışlarıyla şehir davranışlarını mezcetmeye ortak bir noktaya toplamaya çalışıyor. Bu anlamda bir şaşkınlık olabilir; belki iki arada gidip gelme noktasında bir arafta olabilir. Biz de göçler devam ettiği için kırsaldan şehre, merkeze göç, o belki bizi bir nebze bir noktaya getirebilir. Fakat erdemli ve hatta mutlu şehir var edebilmek için şehirlerde insanları ortak kamusal alan dediğimiz alanları çoğaltmamız lazım. İşte bizim Rize ölçeğine göre çok büyük olan 500 dönümlük bir millet bahçesi yapıyoruz mesela. Rize’nin 2019’daki kişi başına düşen yeşil alanı 1,7 idi; şimdi 5,5 metreye kadar yükseldi. İşte bisiklet ve yürüyüş yollarıyla sosyal aktivitelerin oralarda artırılmasıyla beraber, bu insanları çalışma modundan alıp biraz da eğlenmeye vakit ayırdığı zaman, işte kitap fuarı, mayısta gençlikle ilgili bir festivali olacak, sonbahara doğru gastronomi festivali. Biz belediye olarak da sosyal tesislerin çoğaltılması, bunların nispeten insanların mutlu olabilmesi için uğraşlarımız var.

Osmanlı şairi Nedim ‘Bir sengine yekpâre Acem mülkü fedâdır’ sözüyle övdüğü İstanbul şehri için ‘Kâlâ-yı maarif satılur sûklarında/ Bazar-ı hüner ma ‘den-i ilm- u ulemâdır’ diyor. Siz de bu şehrin belediye başkanı olarak Rize’nin çarşılarında bilgi ve kültür kumaşlarının satılmasıyla hüner pazarı Rize’nin ilim ve âlimler ocağı olması için bilim, kültür ve sanat alanlarında neler yaptınız başka neler yapmayı düşünüyorsunuz?

Lübnanlı bir şair diyor ki, şehri yaşanmaz olduğunu söyleyenler, o şehri yaşanmazlaştıranların ta kendileridir. Eğer bir kişi şehrine değer veriyorsa, o şehir o zaman değerlidir. Eğer siz bir şehre kötü diyorsanız, o şehir kötüdür; güzel derseniz değerlidir. Çünkü bir yere değeri atfeden insandır. İnsan bir yere değer atfediyorsa, orası değerlidir. Geçmişte kültür şehri, medeniyet şehri, vakıf şehirleri olduğu için büyük şehirler âlimlerinden, sanatkârlardan, zanaatkârlardan dolu caddeleri ve sokakları vardı. İşte biz de kitap fuarları sayesinde şehrimizin bir kültür şehri olmasını istiyoruz. Kaleye çıkarken kenardaki korkulukları özel lazerle kestirdik, kalenin camisini ve kalenin suretini işledik. Buraya Hamam Deresi’nden yukarı çıkarsanız görürsünüz ki derenin kenarındaki lazer kesim korkuluklara yağmuru, portakalı, mandalinayı, çayı işledik. Onlar hep bizim dokunuşlarımız; yani sıradan demir yığmadık, bir estetiği olsun istedik. Mesela Peripol kitabını yazdırdık, Pehlivan Mahallesi’nden Ömer Yazıcı’ya. Eminettin Mahallesi var değil mi? Eminettin, aslında dinin korunduğu yer, Şehr’ül Emin’in var olduğu yer anlamına geliyor. Çiftekavak Mahallesi’ne neden Çiftekavak demişiz, biliyor musunuz? Orada iki tane çınar varmış. Eskiden Rize’de çınara kavak deniyordu, oraya da Çiftekavak denmiş. Aslında Çifteçınar olması lazımdı ama şimdi çınarlar da yok. İki tane çınar diktireceğim oraya inşallah. Bunun için diyorum ki, bir şehir derinliği ne kadar varsa, o kadar yaşar. Bu şehre de biz derinlik kazandırmak istiyoruz.

Son olarak Sosyal Bilimler Lisesi gençleri olarak bize ve diğer liselerde okuyan genç arkadaşlarımıza neler söylemek istersiniz?

Özellikle sosyal bilimler lisesi olarak biz çok okutmuyoruz. Ben Bakan Yusuf Tekin’le görüşsem, bir bunu diyeceğim. Mesela, yani kök bilim, kök dil diye bir ders koymamız lazım. Kelimelerin kökenleri nereden geliyor? Eğer sizler bile, mesela bu sene 10 tane, 20 tane kelime hocanız size verse, bunların nereden geldiğini insanlık tarihi boyunca baktığınız zaman, kelimelerin kökenlerine ne kadar hâkimseniz o kadar yaratıcı düşünceye sahip olursunuz, o kadar üretebilirsiniz, o kadar duruş verebilirsiniz, düşünebilirsiniz. Biz kelimeleri kökenlerine hâkim olmadan soyut olarak ezberliyoruz. Onları kitaplardan okuduğumuz kavramları, kelimeleri ezberlediğin kelime ve kavramla sen bir şey üretemezsin. Hani diyoruz ya, eski Osmanlıcayı değiştirmişler, Latin alfabesine geçilmiş falan filan. Mesela, Arap alfabesi, Latin alfabesi meselesi değil; mesele bizim kavramlardan yoksun olmamız. Şimdi Latin’i bırakalım, bilmem Arapçayı yok, bilmem o da yanlış. Mesele, orada bir hafızayı yok ediyorsunuz, ilişki yaşanmışlıkları yok ediyorsunuz. Her kelime bir kültürü temsil ediyor, her kavram bir medeniyeti, bir yaşanmışlığı sembolize ediyor. Siz o kavramı atarak, sembolize olmuş o hayatı da atıyorsunuz, yaşanmışlığı atıyorsunuz. Bu çok korkunç bir şey, kötü olan bu. Kelimeleri çoğaltmamız lazım, üretmemiz lazım. Ya ‘akıl’ ne demek biliyor musun? Yahut da şüphe etmek. Şüphe etmek, bizim böyle kelimeleri iyi-kötü diye ayırsak, kötü kelimelerin içerisine koyarız. Sonra şüphe, şüphe de akıl etmekten geliyor, akıl ukuldan geliyor, bağ demek Arapça’dan geliyor. Bağ demek ne demek? Yani akıl, nefse vurulan gem gibi, oradan da geliyor. Bağ kelimeyi alıyorsun, kökenine iniyorsun, diyorsun ki, ‘Ya Allah Allah, bu kelime nasıl buraya gelmiş, bu hale gelmiş?’ Onun için bizim çocuklarımızın çok yazamaması, çok düşünememesi, çok üretememesinin sebebi de kelimelerin kökenlerini bilmememiz. Sahip değiliz kelimelerin etimolojisine; o bence bir dert.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu