
İnsanlıkla birlikte başlayan bir mesele olan özgürlüğün rasyonel teorik çerçevesi Antik Yunan’da çizilmiştir. Platon’da “insanın kendi yapısını seçme imkânı” olarak, Aristoteles’te ise “bilginin eşlik ettiği, tercihte bulunma gücü” olarak karşımıza çıkar. İnsanı nesne edindiğimiz hemen her konuda özgürlük sorunu ile boğuşmak zorunda kalırız. İnsanların çoğu özgürlüğün doğduğu andan itibaren varoluşla beraber geldiğini düşünse de bu durum tam olarak böyle değildir. Özgürlük kavramı, bireyin her istediğini yapabilmesi anlamına gelmez. Bu tanım bilinçsiz ve ilkel bir tanım olarak hayvanlar için söz konusu olabilir. İnsan denen varlığın ilk ve en önemli özelliği herhangi bir eyleme geçebilmesi değil düşünebilmesi ve düşünebilmenin beraberinde getirdiği sorumluluğudur. Kişi olmak, sorumlu olmaktır. Kişi yaptığı her eylemde sorumluluk duygusunu omuzlarında hisseder ve böylece sorumluluk yaşamın içine taşınır. Özgürlük bireyin kendini eğitmesi, düşünebilmesi, aklını kullanması ve sorumluluk alması ile elde edebileceği bir şeydir. Yalnızca özgün bir akla ve düşünceye sahip olan insan özgürdür. Özgün düşünce ise yine özgürlükle mümkün kılınır ve özgür olan bireyin eylemlerini birey özgün düşüncesi ile belirlediği için yaptığı tercihlerden sorumludur. Bu yüzden özgürlük, özgünlük ve sorumluluk kavramlarını birbirinden ayırmadan birbirinin tamamlayıcısı olarak görmemiz gerekir.
Necati Öner, bir şeyin bilinci olmadığında tanımının da yapılamayacağından hareketle, özgürlüğün, duygular, duyumlar ve üstün cinsler gibi mantıktaki “tanımlanamazlar” içerisinde yer aldığını belirtmektedir. “Çünkü doğrudan doğruya deneyimlediğimiz şeyleri daha önceden hiç algılamamış olan birisine anlatmak yani tanımlarını o kişilere yapmak mümkün değildir. Birer yaşantı hali olan duygular için de bu durum geçerlidir. Daha önce sevmeyen birisine ya da nefret etmeyen birisine sevgi veya nefret anlatılamaz. Bir yaşantı hali olarak aynı grupta yer alan özgürlük için de aynı durum benzerdir. Özgürlükle ilgili bir bilince sahip değilsek onu anlamlandıramayız. Oysaki somut olarak algılanabilen maddi şeylerle ilgili bilgi sahibi olmayan birisine, bildiklerinden hareketle çeşitli çağrışım yolları kullanarak o şey anlatılabilir.” der.
Bir kavramı cisimlerle çağrıştırmak isteyip de yapamazsak o konu orada kapanmaz. Hemen bu “özgürlük” kavramının zıttını veya olumsuzunu düşünelim. Zıttını alırsak birebir doğru sonuca ulaşmakta zorlanabiliriz. Özgürlük kavramının olumsuzunu “özgürlük yokluğu” olarak ele alalım. Bu durumda özgürlük yokluğunun cisimleşmiş haline en güzel “kukla” yı örnek verebiliriz. Kuklanın kendi iradesi yoktur. Tüm hareketleri kuklanın ne yapacağına karar veren yani kuklanın yerine seçim yapan bir insanın iradesine bağlıdır. Bundan şunu çıkarabiliriz ki yaşamı hakkında seçimde bulunabilme gücünde olan, nasıl biri olacağına ve nerede nasıl davranacağına karar verebilen bir insan özgürdür. Ama aynı zamanda belirli bir şey yapma gücünün olması o kişinin sorumlu olduğu anlamına da gelir. Yaşamımız seçimlerimize tabi olduğuna göre kişi yaşamından sorumludur ve sorumluluklar ahlak çerçevesine uygun bir şekilde düşünerek, aklederek karar verilen bir tercihle yerine getirilmelidir.
Hobbes’un özgürlük üzerine beş önermesinden dördüncüsü “Özgürlük Engellerin Yokluğudur” önermesidir. Bu önerme sığ bir görüşle yapılmış bir önerme olmalı. Çünkü özgür olmak için, bütün tehdit ortamı oluşturan veya engel teşkil eden durumların bertaraf olmuş olması gerekmez. Kişinin her türden zorluğa ve dış etmene rağmen “-e bilme” kapasitesine sahip olması onun özgür olduğunu ve özgürlük ile zorunluluğun birlikte yürüdüğünü gösterir.
Aristoteles’in tespiti bizler için çok önemlidir. Çünkü Aristoteles, bilgisizlikten dolayı bir şeyi yapmak ile bilmeden yapmak arasında bir ayrım olduğunu varsayar. Nichomakhos’a Etik adlı eserinde bu duruma şu cümlelerle yer verir: “İstemeyerek yapılanlar, ya zorla ya da bilgisizlik nedeniyle yapılanlardır. Başlangıcı yapanın ya da maruz kalanın dışında bulunan, böyle olduğundan dolayı da yapanın ya da maruz kalanın hiç payı olmadan yapılan zorla yapılandır.” der. Aristoteles’in buna verdiği örnek bir insanın rüzgâr ya da elinden tutanlar tarafından bir yere sürüklenmesi durumudur. Yani iradesiyle eylemde bulunma imkânı tümüyle elinden alınmış olan kişidir. Bilgisizlikten dolayı yapılanlar ise ne isteyerek ne de istemeyerek yapılandır. Çünkü Aristoteles’in özgürlük tanımında bilginin eşlik ettiği bir tercih -istek- söz konusudur ve kişi yaptığının ne anlama geldiğini bilmediğinden, onu istemiş olması da olanaksızdır. Böyle bir durumdan bilmiyorum ifadesiyle sıyrılmak erdemli bir insan için yanlış bir davranıştır. Bireyin bilmediği şeyi öğrenmesi ona bilginin sunmuş olduğu özgün bir özgürlük sunar. Bu yüzden okumak, bilgi sahibi olmak insanı özgür kılar. Bilgili insan karakter sahibi insandır. Bu iki önerme bize şu sonucu verir: “Özgürlük, sağlam bir karakter belirtisidir.
Bir karakter taşımanın sorumluluğunu alabilen insanlar, özgün olmaktan korkmazlar. Toplumda her ne kadar özgün olmak iyi bir kabul görse de bunun fiile dönüştüğünü görmek ender bir durumdur. Özgünlüğü kabul etmek, farklı bireyleri dışlamak yerine her insandan kendinize farklı bir pencere açabilmek de bir erdemdir. Bilgi yalnızca yazıda olan değildir. Her insan farklı bir bilgidir. Aslında özgür olmak insanların sonradan kazandığı bir şey değil, bence sonradan kaybedilen bir şeydir. Bizler doğduğumuzda yüzümüzden parmak izimize kadar yeterince özgür değil miyiz? Sezai Karakoç’un dediği gibi:
“Herkes gibi olmak,
Olmayacak bir şey.
Herkes gibi olmak,
Olmamak gibi bir şey.”