
Mayıs ayının insanın içini kıpır kıpır eden ılık sıcağında, insan seslerinin birbirine karıştığı sahilde yürüyorduk. O kadar insan vardı ama benim tek bildiğim gördüğüm o idi. Artık kendimi ilk defa bu kalabalığın içinde bile yalnız hissetmiyordum. İnsan kalbinin iki yarısı vardır. Bir yarısı bir ailede iyi kötü ne yaşanırsa yaşansın doğduğumuz andan beri aileye aittir. Ve biz ömrümüz boyunca o diğer yarıya koyacak eş, dost arayışı içindeyizdir. Ben onu buldum, koydum diğer yarıma. O benim kayıp ruhuma yol gösteren kuzey yıldızımdı.
Ben ona bakıp bunları düşünürken kuzey bana döndü ve biraz çardakta oturmak istediğini söyledi. Çardağa oturduk ve ben onun hiç ısınmayan ellerini avcumun içine alıp ısıtmaya çalışırken o konuşmaya başladı ve eski günleri yâd ettik. Her şeyi onda yaşamıştım her duyguyu onda tatmıştım. Bir gün onu unutmak mümkün olabilir miydi? Kuzey garip bir çocuktu. Daha doğrusu insan içinde kendini saklamak için bir kostüm seçerdi. Aslında benziyorduk, ben de kendime insan içinde bir kostüm seçiyordum ama aramızda bir fark vardı. O yanlış kostümü ben ise doğru kostümü seçiyordum. Gerçi insanların gözünde mutlu gözükmek için seçilen kostüm ne kadar doğrudur orası muamma. Ben onu ne zaman ki tam anlamıyla tanıdım, derinliklerine indim, zayıf yanlarını gördüm işte o zaman anladım insan içinde davrandığından farklı olduğunu. Artık güneş batıyordu ve bu görüntü en sevdiğim şey idi. Kızıl havalar, kanamış bülbüller ve onun yüzüne vuran kızıl ışık. Ama artık gitmem gerekiyordu. Kuzey bir süre şehir dışında olacaktı, bu yüzden sıkı sıkı sarıldık ve vedalaştık. Vedalaşmadan sonra ilk gördüğüm taksiye binip eve gittim. Kapıyı çaldım fakat açan kimse olmadı. Bu yüzden anahtarımı çıkarıp kapıyı açtım, evde kimse yoktu. Sonra aniden telefon çaldı, arayan annemdi. Hemen yüzüme bir gülümseme yayıldı. Ne zaman güzel bir gün geçirsem heyecanla anlatırdım anneme. O yüzden hevesle açtım telefonu. Fakat karşıdan annemin değil bir yabancının sesi geliyordu. Karşıdaki ses “Mira hanım, anneniz bir kaza geçirdi ve durumu çok kritik” dedi. Bir ağrı hissettim tüm vücudumda, çok şiddetli bir ağrı. Ne ağlayabiliyordum ne başka bir şey, gülüşüm bile kalmıştı yüzümde. Hızla karşıdaki sese hangi hastane olduğunu sordum ve öğrenince hızla oraya gittim.
Gidince babam ve abimi orada gördüm. O ana kadar ağlamamıştım ama onların çaresiz bakışlarını gördüğüm an ağlamaya başladım. Sonra doktordan o haber geldi. “Anneniz öldü”. Ve bunu o kadar soğuk, düz bir sesle söyledi ki içim titredi. Gerçi onun yapması gereken buydu. Bu işi duygularını katmadan yapmak zorundaydı. Fakat böyle bir haberi nasıl bu kadar da duygusuz söyleyebilmişti? Benim asla yapamayacağım bir şey idi. Annemin ölümünden sonra kendime gelemedim. Hani anneler ölmezdi diye ağlamaya başladım. Annem, ben küçükken “anne sen ölmezsin dimi” diye korkup ağladığımda bana sarılır kızım anneler ölmez ben hep senin yanında olacağım derdi. Küçükken bu yalana inanmak istemiştim ve inanmıştım. Ve şu an da o yalana inanmak istiyorum. Zaten insan böyle bir varlık değil mi? Mutlu olabilmek, iyi hissedebilmek için doğrusunu bildiği yalanlara inanmayı tercih eder. Biraz sakinleştikten sonra eve gidip kendimi odaya kapattım. Hani derler ya ölenle ölünmez diye bunun da bir yalandan ibaret olduğunu o an anladım. Kimseyi yanımda istemiyordum ne ailemi ne de onu. Bu acı öyle bir acıydı ki artık canımdan çok sevdiğim insanları istemeyecek konuma gelmiştim. Peki, insan acı içinde olunca neden hep sevdiklerinin canını yakar? Kuzey sürekli aradı, babam ve abim çok kez gelip konuşmaya çalıştı ama hiçbiriyle konuşmadım. Aylar geçti artık odamdan çıkabilecek hale gelmiştim ama her şey hâlâ çok kötüydü, hâlâ onları üzüyordum. Aynaya bakıyordum her gün, benim olduğuna inanmadığım yüze bakıyordum. Ve kendime baktıkça yine eski yalnızlığıma döndüğümü fark ettim. Tek fark eskiden o büyük kalabalığın içinde bile yalnız hissetmek kendi tercihim değildi. Şimdi ise bu yalnızlık kendi tercihimdi. Kuzeyi çok yıpratıyordum ve bu yüzden ilk defa duygularımı bir kenara bırakıp doğru kararı vermek istedim ve ondan ayrıldım. Çünkü benle kalırsa kırılırdı ve kırılırsa da kırmaya başlardı. Kuzey çok büyük bir hayal kırıklığına uğradı ama kabullendi en sonunda. Fakat bir süre sonra onunla olan her anı uykusuz sabahlara ve acıya sebep oluyordu. Bir yandan da annemin acılarımı dindiren sesini unutuyordum ve bu kalbimin daha da parçalanmasına sebep oluyordu. Peki, insan kalpsiz yaşayabilir miydi? Canıma kıysam ben artık huzura kavuşurdum peki ya arkamda bıraktıklarım, onlar ne yapacaktı? Annemin ölümüyle hissettiğim acıyı onlara da hissettirecek kadar bencil miydim? Evet, öyleydim. Ya da hayat beni bu konuma getirecek kadar acımasızlaşmıştı. Artık kararımı vermiştim ama bir vedayı onlara çok görmemeliydim.
Abime,
Abim, belki de en çok kırdığım ama en çok sevdiğim, en hassas yanımsın. Küçüklüğümden beri en ufak acımı bile senden çıkarttım. Canımı yakan insanlara cevap veremedim, bağıramadım, kızamadım ve hep seni kırdım. Bu seferki acı çok daha büyük abi. Ve bir boşluğun içinde savrulup duruyorum sadece. Hatırlıyor musun abi, küçükken bağıra çağıra söylediğimiz şarkıları, oyunlarımızı, favori çizgi filmlerimizi, annem ikimize de eşit mi vermiş diye saydığımız meyveleri? Keşke hep o zamanda kalsaydık abim.
Babama,
Babam, beni hep çok iyi şekilde büyüttün. Beni hiç kırmadın, kırdıysan da topladın. Ama ben seni hep çok kırdım baba biliyorum. Özür dilerim verdiğin sevgiye karşılıksızmış gibi davrandığım için. Ama emin ol ki seni hep çok sevdim. Hatırlıyor musun, küçükken bir oyunumuz vardı? Elimde bir top olurdu uzaktan onu sana doğru atardım ve her atışımda koşarak sana gelir, sarılır ve ‘canımmmm’ derdim. Niye büyüdük baba, niye değiştik, niye kırdık, niye kırıldık?
Kuzey yıldızıma,
Hatırlıyor musun o günü, ilk sarıldığımız günü, o gün hissettiklerimizi? Hatırlıyor musun peki son sarılmamızı? Kim bilebilirdi ki son olduğunu. Hatırlıyor musun o ilk zamanlardaki utangaç hallerimizi? Hatırlıyor musun sevgilim koynunda ağladığım o geceyi ve hatırlayacak mısın seni hep çok sevdiğimi? Seni sevmek evime dönmekti, güvende hissetmekti. İlk aşkımdın, ilk heyecanımdın, ilk mutluluktan akıttığım göz yaşımdın, hayatımın renksiz tablosuna renk katandın, her bir şarkımın her bir detayıydın. Ama olmazdı sevgilim sana iyi gelemezdim çünkü bende iyi değilim, sana kal diyemezdim çünkü bilirdim gideceğimi, bu noktaya geleceğimi. “ O kadar yandı ki canım sonunda karşıdan baktım ne göreyim kendime yıldızlardan daha uzaktım” ben kendim gibi hissetmiyorum bu şarkı sözünü yaşadığımı hissediyorum sevgilim. Her bir zerresini ezbere bildiğim yüzünü unutmaktan korkuyorum sadece. Herkese boş bakış gelen ama bana dolu dolu bakan gözlerini, asla ısınmayan soğuk ellerini, güzel ellerini, uzun kirpiklerini, sarılınca güvende hissettiren kollarını ve bir gülüşüne ömrümün gittiğini unutmak istemiyorum mesela. Buram buram sen kokam kokunu unutmak istemiyorum sevgilim…