ÖyküSayı 21

Onsuz Geçen

Rümeysa ÖZKAN | RİZE Sosyal Bilimler Lisesi, 11-C

Tam iki ay oldu onsuz geçen. İki ay dediğime bakmayın acı aynı acı, hüzün aynı hüzün. Sadece zaman geçiyordu. Bizi ayıran, anılarımıza mani olan acımasız zaman… Oysa o daha gencecikti hayalleri vardı, hayallerimiz vardı. Hâlâ aklıma geldikçe gözlerim buğulanıyor nasıl buğulanmasın ki koskoca on beş yıl geçti biz tanışalı ve şimdi ondan ayrıyım. O, bir başına soğuk ve karanlık olan toprağın altındayken ben burada sıcacık odamda size bu satırları yazıyorum. Dayanamıyorum artık. Dayanağımı kaybettim. Sizi sizden çok düşünen birinin hayatınızda artık olmadığını hayal edin. Ben tam olarak bu durumu yaşıyorum. Ağladığımda kendimi her zaman onun yanında bulurdum beni en iyi teselli eden oydu çünkü peki şimdi beni kim teselli edecekti? Hayatın zorluklarını kim suratıma çarpa çarpa anlatacaktı? Hayatımda umutsuz olduğum her zaman umudu bana veren kişi şimdi umudumu da aldı gitti. Evde böyle oturmaktan çok sıkılıyordum artık. Duvarlar üstüme geliyordu sanki. Dışarıdan gelen araba sesleri, kahkaha sesleri beni çıldırtmak üzereydi. Neden herkes bu kadar mutluydu veya neden ben hiçbir şey yapmadan öylece oturuyordum? Evine gideyim diyorum ama cesaret edemiyordum. Kendimi odaya kapatmış öylece duruyordum. Mezarına bile gidemiyordum. Neyden korkuyordum bilmiyorum, hayatın gerçekleriyle yüzleşmeye mi artık onsuz olacağıma mı? Onsuz ne kadarda garip geliyordu hayat. Zaman geçmiyordu sanki. Akrep ve yelkovan ilk defa bana bu kadar ağır geliyordu. Acaba ona seni çok sevdim diye kaç defa söyledim? Ona kaç defa sarıldım? Kaç defa onunla birlikte ağladım? Derdini kaç defa dinledim? Ona iyi bir dost olabildim mi? Kafamın içinde bu sorular beni yiyip bitiriyordu. Neden daha fazla zaman geçirmedim onunla, neden onun en mutlu anında yanında olamadım? Bu nedenler beni günden güne bitiriyordu. Bense evde öylece oturuyordum kapının önüne bile çıkamıyordum. Daha fazla dayanamadım artık yatağımdan kalktım ve hazırlanmaya başladım bir şey yapmam gerekiyordu. Kafamdaki bu soruların cevabına ihtiyacım vardı. Ne yapacağımı hangi yoldan gideceğimi de bilemiyordum. Yere çömelip ağlamaya başladığımı hatırlıyorum, annem, beni her konuda destekleyen canım annem koşup yanıma geldi bana sarıldı. Annem ona çok değer verirdi onun da ne kadar üzüldüğünü gözlerinden fark edebiliyordum ama bana belli etmemek için elinden geleni yapıyordu.

Çok geçmeden ayağa kalktık hemen hazırlanmaya başladım annem de benimle gelmek istedi ama izin vermedim, sonrasında evden çıktım. Sanırım yeterince cesareti topladım. Onun evine gidiyordum. İki aydır ilk defa evine gitmenin verdiği korku ve heyecan beni kararımdan vazgeçiremedi. Evinin önüne gelince derin bir nefes aldım ve apartmanına girdim ağır ağır çıktım merdivenleri. İçimde öyle bir ağrı var ki tek başıma daha ne kadar taşıyabilirim bilmiyorum. Kapının önüne geldiğimde anahtarı çıkartırken daha önce hiç dikkatimi çekmemiş olan bir şey gördüm, anahtarda benim ona aldığım anahtarlık vardı. Bu anahtarlığın çok güzel bir hikâyesi vardı bizim için. O her zaman naif ve sade şeyleri severdi. Bense tam tersiydim. Lisedeyken beraber gittiğimiz bir mağaza vardı orada ikimizde ayrı taraflara ayrılmıştık. Hızlı bir şekilde alacaklarımızı aldık ve çıktık oradan birden ikimiz de poşetlerden bir şeyler çıkarttık. Ben ona bu anahtarlığı almıştım o ise bana fular almıştı. O gün ne kadar da mutlu olmuştuk sevincimizi birlikte yaşamıştık. Şimdi ise olmayan sevinçlerim onsuz geçiyordu. Anahtarı kapının deliğine soktum ve çevirdim yüzüme çarpan koku onun kokusuydu. Hâlâ taze hala güzel. İlk adımımı attım içeriye sanki ilk defa geliyormuşum gibi yabancı. Evi gezmeye başladım her şey yerli yerindeydi bıraktığı gibi. İlk başta mutfağa gittim, o çok güzel yemekler yapardı hatta komşular bile bilirdi onun ne kadar güzel yemek yaptığını. Evine geldiğim zamanlarda yemekleri kendi yapar beni dokundurmazdı. Salona girdiğim zaman izlediğimiz filmler geldi aklıma, ne kadar da çok gülerdik hâlbuki filmler bizi güldürmezdi bizi güldüren birbirimizdik. Nereye baksam nereye dönsem bir anı vardı, beni anılarımızla neden yalnız bıraktın? Salonun karşısında çalışma odası vardı kapısı her zaman kapalıydı hatta kilitlerdi ne de olsa hukukçuydu işini riske atamazdı. Çalışma odasının yanında yatak odası vardı içeriye tam girecekken onun kokusuyla karşılaştım. Her yeri saran ama artık bir önemi kalmayan kokusu… Odasında her şey yerli yerinde duruyordu zaten aksi düşünülemezdi. Yatağı dolabı ve masası üçü de beyazdı odaya renk katan oydu ama artık oda da renksiz kalmıştı. Dolabını açtım ve kıyafetlerindeki kokuyu içime çektim hatta bir kazağını alıp çantama koydum. Masasının üzerinde duran anahtar ilişti gözüme normalde bu kadar açık bir yere koymazdı, anahtarı elime aldım ve doğruca çalışma odasına gittim, kapıyı açtım sanırım ilk defa çalışma odasına giriyordum. Bunca yıllık arkadaşlığımızda ne ben merak etmiştim ne de o göstermişti burayı. Kitaplar, dosyalar, kâğıtlar hepsi masanın üstünde yığılmış şeklide duruyordu. Aslında oda hiç onluk değildi duvarının rengi pudra rengiydi, halısı kırmızı ve kareliydi, kitaplığı da ahşap rengi ve çok doluydu. Kitaplarına doya doya baktım onu anımsamak için. Gerçi her şey bana onu anımsatıyordu. En altta duran raf dikkatimi çekmişti. Koca bir kutu vardı simsiyah ve kocaman bir kutu. İlk başta açmak istemedim korktum karşılaşacağım şeyden. Bu saatten sonra karşılaşacağım şey beni artık ne kadar korkutabilirdi ki?

Kutuyu elime aldım ağır bir kutuydu içerisinde bir şeyler olduğu çok belliydi ilk başta dava dosyaları olabilir mi diye düşündüm sonrasında öğrenmek için kutuyu açmaya karar verdim ve yavaştan salona geçtim. Beş dakika kadar kutuyla bakıştık ben kendi kendime tahminler üretirken daha fazla dayanamayıp açtım kutuyu açmamla birlikte kapağı yere düşürmem bir olmuştu. Her şey vardı orada. Her şey. Bugüne kadar yaşadığımız her şey. Hangi birini size söyleyeceğime karar veremedim. O kadar çoktu ki hatta aklımın ucundan geçmeyecek kadar çoktu. Hayalimdi İtalya’ya gitmek sürekli söylüyordum ona gidelim diye en son biletlerimizi almış “Saat 20.00’de uçağımız var hazırlan.” diye bir mesaj atmıştı. Hayatımda yaşadığım en güzel anlardan birini bana yaşatmıştı. Gidip Eyfel kulesinin önünde fotoğraf çekilmiştik hatta lisedeyken bile konuşuyorduk gidip bir pizza alır yeriz sonra makaron alırız hem sokak sokak gezeriz hem de yeriz demiştik ve hepsini gerçekleştirmiştik. Uçak biletlerimizi ve çektirdiğimiz fotoğrafları çıkartmış ve bu kutuya koymuştu. Karşımdaydı her şey. Anılarımız, eğlencelerimiz, ağlamalarımız ve hayallerimiz. Kar kürelerini çok severdi hatta şu ana kadar aldığı veya hediye gelen tüm kar kürelerini masasına dizmişti. İlk kar kürem çok özel olsun istiyorum demişti bende ona kar küresi almıştım o an yaşadığı mutluluk boncuk gözlerinden anlaşılıyordu. Geçenlerde bana kırıldı demişti ama aldığım kar küresi buradaydı kutunun içinde. Kitap okumayı çok severdi hele de polisiye olanlarını o kadar çok severdi ki beğendiği cümleleri fosforlu kalemle çizmeye kıyamazdı bir kâğıda not alırdı, bunu bildiğim için yıllar önce ona polisiye kitabı almıştım o da buradaydı. Yutkunamadım hatta ağlayamadım bile gözlerim dolu dolu kutudaki hatırların her bir detayına baktım hiçbirini atlamamıştı. Bunca yıl bunca anı gözümün önündeyken tek olmayan oydu. Kar küresini elime aldım ve koltuğa uzandım çok geçmeden uyuya kalmışım. Kalktığım zaman gün çoktan bitmişti kar küresini kutuya koydum ve balkona çıktım, şehir yine kalabalıktı. Korna sesleri, yan komşunun bebeğinin ağlama sesi, gün batımı hepsi hayatın gerçeğiydi. Kutunun kapağını kapattım ve bir paketin içine koydum ayakkabılarımı giydim ve kapıyı kilitleyip çıktım. Kapının önünde derin bir nefes aldım ve onsuz geçen bir hayata doğru yürüdüm.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu