
Nöbet defterlerine ısrarla yazılan bu cümleden bıktım. O kadar güzel olay oluyor ki her gün. Yazmasını bilmeli. 11Y’deyim, yine boş bir dersin nöbetini tutuyorum kelimelerimle. Bu aralar zihnimde Olric’ten başkası ile konuşmuyorum. Önce herkes yoklama alıp bırakacağımı düşünüyor, hasretle bakıyor. Herkese kelimesini seçtirmeye başlıyorum birden. Zilimiz hiç çalmıyor. Yerli Malı. Herkes gürültüsü içinde yemeğini yiyor, beni duyamıyor. Sevil’in kalemi beni yazıyor sanki: Hoca bekliyor ve sorusunu soruyor, görevler veriyor. “Evet, arkadaşlar, herkes kendisine en yakın olduğunu düşündüğü kelimeyi seçsin, kalemini de seçsin ve iki dakika boyunca seçtiği kelimeye odaklansın, baksın. Zira hissetmek, anımsamak, odaklanmak en başat vazifesi insanın. Odaklandığınızda, enerjinizi verdiğinizde odaklandığınız şeyi büyütürsünüz, odaklandığınız şey küçücüktür ancak o odaklanma ile büyük gerçeği bir yerinden yakalamış, büyüterek anlatabilmiş olursunuz. Kendi cümlemize inanmak ve onu kurabilmek büyük meselemiz biliyorsunuz. Haluk, önündeki kocaman pilav kabına bir kaşık daha daldırırken (bu arada her gün kocaman kapta pilav getiriyormuş) bu kelimeyle ne yapacağız, diyor. Hoca, ‘ne yapacağız bu kelimeyle seviyesinden kelimede kendimi ve yolculuğumu bulacağım/kendime varacağım seviyesine erişinceye kadar bakacaksın.’ diyor. Kelimelerinize iyi baktığınızı düşündüğünüzde gözlerinizi kaldırın, tahtaya dönün. Tahtada: Başlık/Ultra (Ö. Asaf)
“Bir kelimeye/ Bin anlam yüklediğim zaman/ Sana sesleneceğim”
Benim canıgözlerim en iyi kelimeleri bulup onlara en iyi anlamları verebileceğini ve kime nasıl sesleneceğini öğrenecek, öğreniyor. Sude bunlardan biri, kelimesi yıldız. Şiire bakıyor. Çokluk, patikalar, anne, anahtar, ışık. Daha çok anlam. Karşısında biz her birimiz mana ile örtüşüyoruz. Evet, diyor hocamız. Bir kelimeye bin anlam yüklemek büyük yol ve zaman işi. Seslenebileceğimiz ‘ben’ler de ‘sen’ler de sayısız. Bir tabak da hocaya hazırlanıyor. Yalnız günün gözdesi, Berfin’in yaptığı sarmalar tükenmiş.
Tahtaya sözü alarak bir Ö. Asaf’ın; aşkın/özlemin/sevginin/çarenin sesini emanet ettiği şiir kişisi çıkıyor; bir Sevda, bir Ahsen, bir Kudret çıkıyor. Hepimiz hiçbir şeye kolayca ”he” demeyecek ufuklar yüklüyoruz bu yola. Zil çalıyor, hoca kelimelerimizin hepsini öğrenmeliydi, duyabilmeliydi. Bizim ahengimize özgürlüğümüze tamamen zıt zil, çalan. Şeffaf heybe ile çıkıyor hocamız.
Sevil’in kalemi duruyor, ara veriyor. Şeffaf heybe elimde çıkıyorum şimdi. İçinde anlamsız, işlevsiz, düstursuz, ezberden hiçbir artı veya eksi yok. Yıldızların yumuşamış diyalektiği, begonvillerin ışığı, kuşların kâğıda geçirdiği sesler var. Canıgözlerimin kendi cümleleri var. Diskur çürüten. Gözlerini korku bürümemiş. Parmakları hep havada.
Kaç kat aşağıda? Nöbet defterine doğru yürüyorum.