
Adam, temiz havayı içine çekti,
Soğuk havadandı belli,
Montunu üzerine alıp düğmelerini iliklerine iliştirdi,
Nefes almak istiyordu, temiz havayı ve kendini bile unutacağı güzel sahili…
Ve hırsızı, kalbini çalanı, o ahu gözlü kadını görmeyi…
Sonunda ağır ağır yürümeye başladı, bir bankta bulamayınca kadını,
Öbürüne baktı,
Başını salladı…
Bir ses duydu “kestane kestane!”
Yöneldi ve biraz aldı eline,
Tam dönecekken köşeyi,
Çarpıştı sevdiceğiyle.
Gülümsedi, baktı ki onun da elinde kestane!
Bir şey söylemediler,
Yürüdüler beraberce
Kadın mutluydu,
Hayatını aşkını ve mutluluğunun kaynağını bulduğunu
düşünüyordu
Bu adam onun aşklarının sonuncusuydu,
Karanlıkta alevlenen tek umuduydu,
En büyük yağmurlarda bile bulanmayacak suyuydu…
Kestaneleri yediler,
Beraber şarkılar söylediler,
Birbirlerine gözleriyle gülümsediler,
Kadın, başını adamın omzuna koydu,
Acaba adam onu ne kadar seviyordu?
Sorsa ne derdi?
Dünyalar kadar mı?
Sayamayacağı, açıklayamayacağı kadar mı?
Sonsuz ömrü olan birinin nefesi kadar mı?
Soramadı…
Geç olmuştu,
Evinin yolunu tuttu,
Mutlulukla yürüdü kadın,
Eve gelince yığıldı koltuğa mutluluktan baygın baygın
Kalkarken çantasından bir şey düştü,
Eğilip onu buldu,
Bu bir kestane kabuğuydu…
Yarım yamalak gülümseyerek onu çöpe koydu
Ertesi gün yine aynı yola düştü,
Adamı görmekti tek umudu
Aradı, aradı, bulamayacağını sanıyordu
Bulamayınca onu sararıp soldu
Yine aynı yerde karşılaştılar,
Aynı kestanecinin yanındaydılar,
Konuşmadan birbirlerine sarıldılar,
Nereye gittiklerini bilmeden ters yönde bir yola saptılar
Kadın düşünüyordu,
Dün adama soramadığı sorusunu…
Tekrar etti içinden ve sordu “beni ne kadar seviyorsun?”
Adam başını kaldırdı,
Uzaklara daldı…
Kadın tekrarladı
“beni ne kadar seviyorsun?”
Adam sevgiyle güldü,
“Cevap kolay” diye düşündü…
“Seni” dedi. “seni kestane kadar seviyorum”
Kendinden emindi,
Kadın bu cevabı sevecekti
Şüphesizdi…
Kadın beklenmeyecek bir tavırla kalktı,
Sinirli bir yüzü vardı,
Bağırdı, çağırdı…
Böyle bir cevap beklememişti,
“Kestane” de ne demekti?
Kadın kaktı ve ardına bile bakmadan gitti…
Adam üzüntüden ağladı,
Kahroldu,
Mahvoldu,
Nefes alamadı,
Boğulacak gibi oldu.
Kadın hiçbir şey bilmiyordu…
O küçümsediği, beğenmediği “kestane”
Aslında onların aşklarının başlangıcıydı,
İlk günde de orada, kestanecide karşılaşmışlardı,
Orada sevmişlerdi birbirlerini,
Oradaydı, hatırlıyordu ilk defa göz göze gelişlerini,
Orada tutuşmuştu elleri,
Yine ilk konuştukları konu da “kestane” idi…
Kadın hiç dinlememişti,
Hemen çekip gitmişti,
Oysa hiç bilmiyordu,
Tanışmalarına sebep olan bu küçücük kestaneyi bile böylesine severken,
Acaba onu ne kadar seviyordu?
Yoksa bu bir tartışma konusu olabiliyor muydu?
Hiç sormamıştı,
Anlamamıştı kadın,
Çekip gitmişti…
Sormadan, gururundan, dinlemeden…
Adam kaktı oturduğu yerden,
Hala düşünüyordu derinden,
Ama ne gelirdi ki elden?
Atacaktı onu kalbinden…
Yollarda bir ileri bir geri yürüyüp durdu,
Onlarca soru sordu,
Cevapları yoktu…
Bir şey hissetti birden,
Yürümesini güçleştiren,
Baktı zemine,
Bu bir kestane kabuğuydu…
Aldı eline,
İnceledi,
Attı cebine…
Karar veremedi;
Dünyanın en güzel duygusunu yaşamasına sebebiyet verdiği için bu küçük kestane kabuğuna teşekkür mü etmeli,
Yoksa bu küçük iyiliği kadınına anlatamadığı için kendisine mi kızmalı?