
Kendinizi boş bir odaya girmiş ve bu odanın ortasında bulunan bir sandalyenin üzerinde oturmuş olarak hayal edin. Beyaz duvarlardan oluşan bu odada pencere yok, herhangi bir tablo yok, duvar saati yok. Kısacası hiçbir şey yok. Önünüzde bir kâğıt ve bir kalemin varlığını fark ediyorsunuz. Kâğıdın üzerine ‘Hayatınızda en çok sevdiğiniz ve sevmediğiniz beş şeyi yazın.’ ibaresi tutuşturulmuş. Yazıyorsunuz, yazdıktan sonra bu kâğıdı katlıyor ve sandalyenin bir köşesine bırakılmış zarfın içine yerleştiriyorsunuz. Zarfın yapışkan kısmındaki etiketi çıkarıyor ve ardından zarfı kapatarak kapının altından yolluyorsunuz.
Yolluyorsunuz yollamasına da, kafanıza bir soru takılıyor. İçi boş bu odaya nereden girdiniz? Belki bu evinizin hiç girilmeyen odasıydı ve diğer odalardan girdiniz. Belki ofisinizden, belki arkadaşlarınızla sohbet ettiğiniz bir kafeden. Şimdi kafanızda bir bilinmezlik daha oluştu: Nereden geldiniz? Bir kere, insan bilmediği bir yere çıkmak ister mi? Ya dışarıda sizi öldürmek isteyen bir idam mangası varsa? Veya bir mafya tarafından kaçırılma imkânınız var. O an süregelmekte olan bir çatışma sizi kurşun yağmurunun altında da tutabilir. Girdiğiniz kapı, doğrudan bir kanalizasyon çukuruna çıkıyor da olabilir. Bilemiyorsunuz ve yavaş yavaş gerginlik bu boş odanın içerisinde vücudunuzu ele geçirmeye başlıyor.
Oturduğunuz sandalyeden bu karmaşık düşünceler ile ayaklanıyor ve odanın içerisinde yürümeye başlıyorsunuz. Bu yürüyüş sırasında odanın zemininde bir farklılığı hissediyorsunuz. Bu farklılık dikkatinizi çekiyor, yavaş yavaş farklılığı hissettiğiniz yeri kazımaya başlıyorsunuz. Kazıdıkça aslında beyaz renkli zeminin altında farklı renklerden oluşan bir demeti görüyorsunuz. En fazla gri rengin yer edindiği, bir dizi renkten oluşan bir demet… O an beyaz boya ile boyandığını düşündüğünüz zeminin aslında gökkuşağından farksız olduğunu fark ediyorsunuz. Yavaş yavaş tüm zemindeki beyaz tortuyu kaldırıyorsunuz. Aslında tüm oda, bu beyaz tortunun işgali altında. Tortu kalktığında, yeni bir oda ile karşı karşıya geliyorsunuz. Odanın içerisindeki tabloları, yazıları, dolapları kısacası her şeyi görebiliyorsunuz. Bu görüntüyü izledikçe şaşkınlık içerisinde kalıyor ve biraz önce kapının altından yolladığınız zarfı keşke yollamasaydım diyorsunuz. Sevdiğiniz ve sevmediğiniz şeyler yavaş yavaş değişmeye başlamış durumda. Kapının diğer tarafı artık sizin için hiçbir şey ifade etmiyor. Etmedikçe de odaya alışmaya başlıyorsunuz, alıştığınız sürece de odaya yeni şeyler alıyorsunuz. Aldığınız malzemeler odanızı şekillendiriyor, şekillendiren malzemeler eskiyor; onların yerine yeni malzemeler alıyorsunuz. Aldığınız malzemelerin yerlerini ve yönlerini değiştiriyor; onlarla ilgili bazı sorunları düzeltmeye çalışıyorsunuz.
Sonuç olarak ne olduğunu anlamadığınız bir anda, girdiğiniz o kapı beyaz bir ışık huzmesini göndererek sizi bilinmez bir ışığa götürüyor. İşte insanın geliş ve gidiş hikâyesi bundan ibaret…