KitaplıkSayı 1

Edebiyat Övgü İster Mi?

Bahri MELEMŞE | Rize Sosyal Bilimler Lisesi, 11-A

İnsan hayatını iki parçada inceleyecek olursak ele almamız gereken şunlardır: yatay ve dikey yaşam. Yatay yaşamı basit şekilde tanımlamak gerekirse, gündelik hayatta gerçekleştirdiğimiz eylemlerin tamamıdır bunlar. Örneğin; bakmak, yürümek, yemek yemek, soru çözmek vb. Yani yatay hayat yüzeyseldir. Dikey hayat ise az önce bahsettiklerimin tam aksine; hayal kurmak, düşünmek, sanat, edebiyat, din ve felsefe gibi soyut uğraşlarla meşgul olmak, onlara vakit harcamaktır. Bir insan kuşkusuz bu iki hayatın birleşiminden oluşmaktadır.

Yüzyıllardır sorulan bir sorudur: “Edebiyat ne işe yarar?” Bu soruyu en basit şekilde –yatay yaşamda– şöyle cevaplayabilirim: hiçbir iş ve hiçbir şeye. Bir iş, bir şey için yapılan edebiyat, beyaz kâğıtları kirletmekten başka bir şey değildir ve olmayacaktır. Dikey hayat içerisinde bahsettiğim edebiyatın bir amaç için, yatay dünyada bir şeyler elde edebilmek için kullanılması, kendisine elma atılması sonucu ölen Samsa’ya ikinci elmayı atmak, en büyük düşmanı yel değirmenleri olan asil şövalyemiz Don Kişot’u akıl hastanesine kapatmaktır.

Edebiyat bizi yatay yaşamın sıkıntı ve maddiyatçılığından kurtarıp dikey hayatın sonsuzluk ve mükemmelliğine götürmektedir. Burada kastedilen mükemmellik, bilindiği anlamda sadece iyiyi karşılamayıp, yeğ olan kötülüğü, acıyı ve benzer olguları da karşılamaktadır. Öyledir ki yatay yaşamdan dikey yaşama geçiş, insan bedenini varoluşundaki maddesel bütünden ayırıp enerjisini dikey âleme taşımaktadır. Bu durumu örnekle açıklamak gerekirse: “Müzede gördüğü bir tablodan etkilenen kimse, duyduğu heyecan ne kadar yoğun ise o kadar uzun süre ve aynı nispetle hareketsiz kalır.” Başka bir örnek vermek gerekirse, insanın uykuya dalış anını bile otuz sekiz sayfada anlatabilecek kadar tasvir yeteneği güçlü olan Proust’un yatay yaşamında hastalık ve türlü eziyetlerle dolu hayatını incelemek yeterli olacaktır.

Bir ortamda edebiyatın var olabilmesi için toplumun yüksek kültür, özgürlük, refah ve adalete sahip olduğu, edebiyatla uğraşan kişinin de yaşamından memnun, maddesel bütün gereksinimlerinin karşılandığı durumda edebiyatla uğraşabileceğini çıkarmak bütünüyle yanlış bir anlama olacaktır. “Bilhassa edebiyat, yazgılarına boyun eğen, yaşadığı yaşamdan memnun olan insanlara hiçbir şey söylemez. Edebiyat asi ruhu besler, uzlaşmazlık yayar. Hayatta çok fazla şeyi ya da çok az şeyi olanların sığınağıdır.”

Bütün bahsettiklerimi basitçe özetlemek gerekirse: Edebiyat bizi “a” noktasından “b” noktasına götürür. (Buradaki “a” noktası yatay, “b” noktası ise dikey yaşamdır.) Üstelik “a” noktasından “b” noktasına olan yolculuğumuzda altımızda parıldayan zırhıyla ve bütün asaletiyle Rosinante’mizin olması gerekmez.

Yatay yaşamdan dikey hayata geçişte bedenin zayıfladığı, insanın varoluşundaki maddesel bütünlükten giderek koptuğundan bahsetmiştik. Yaşadıkları yatay dünyada oldukları veya olması istenilen kişiden memnun olmayan, kişiliğinin ve toplumun verdiği dayanılmaz ağırlığı taşıyamayan kişi bu yükten kurtulmada yine edebiyatı kullanacaktır. Söz gelimi, her gün saat yedide işine giden sıska, çelimsiz bir memur –böyle memurların eşleri dominant hanımlar olup iki yüz kilo ağırlığındadırlar– yarattığı edebi eserde siyahî bir boksör, afili bir model ya da bütün bir şehri yerle yeksan eden tehlikeli bir canavar bile olabilir.

Peki ya edebiyat olmasaydı? İlk okuyuşta hepimize çok zor bir soruymuş gibi gelebilir. Ancak belleğimizi birazcık irdelediğimizde George Orwell’in 1984’ünü, Aldous Huxley’in Cesur Yeni Dünya’sını ya da hem Orwell’in hem de Huxley’in kitaplarını yazarken etkilendiği Yevgeni Zamyatin’in Biz’ini göz önüne getirmek bu soruya verebileceğimiz en korkunç fakat gerçeğe en yakın cevap olacaktır. İnsanlar artık aşk, özlem, acı gibi bizi var eden duygulardan ve asırlardır hayatta kalmamızı sağlayan düşünme yetisinden uzak, sadece yatay düzleme hapsolmuş birer robot haline gelecektir.

Her ne kadar bu uzak bir ihtimal gibi gözükse de İspanya’da yaptığı bir basın toplantısında en büyük amacının “kâğıda, sonra da kitaba son vermek” olacağını belirten Bill Gates postmodern yel değirmenleri, ulu ve asil Büyük Birader potansiyelini ziyadesiyle taşımaktadır. Ancak unutulmamalıdır ki her devirde ne yaptığı anlaşılmasa, hatta kendisine deli denilse de aslında en ulvi amaca hizmet eden Don Kişot’larımız daima olacaktır. Bu yazıyı okuduğunuza göre belki de o çılgın asilzade sizsinizdir. Kim bilebilir?

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu