
Kökeni itibarıyla Arapçadan dilimize geçmiş olan zaman, kelime olarak; bir işin, bir oluşun içinde geçtiği, geçeceği veya geçmekte olduğu süre anlamına gelmektedir. Bunun yanı sıra; olayların oluş ve akış sırasını belirleyen, düzenli ve dönemli gök olaylarını birim olarak kullanan sanal kavram olarak ifade edilir.
Zaman; içinde barındırdığı, kendisine bağlı ve mecburi olarak bağımlı bilimler ile somutluğa yakın bir değer kazanmıştır. Kimi insanlar, ona anılarını atfederek bir nesneye dönüştürmeye ve dahi onu bir arkadaşmışçasına canlı bir varlık yapmaya çalışmışlardır. Ancak zaman yapısı nedeniyle soyut ve bir o kadar sabitliğe uzak bir kavramdır. Zamanın bu doğası onu tüm bu çabadan hiç etkilenmeden kendi başına var etmeye yeterli olmuştur.
İnsanın zamanı somutlaştırma ve yoğunlaştırma çabası her ne kadar başarısız olsa dahi kendine sanatta ve felsefede yer bulmuştur. İlk zamanlardan beri gerek yaptığı ve yonttuğu heykellerle zamanı duraklattığı hissini veren insan, bunun yanında kendine zamandan bir parça ayırmak için resim ve fotoğraf sanatlarına yönelmiştir.
Verdiği renkler ve figürlerle özenilen veya umut edilen nice olayı zamanın içinden çalıp onu bağımsız var olan bir duvar süsüne çeviren insan, bu emeliyle sayısız tarihi eser ve oyuntu meydana getirdi. Yükselen saraylar, bu sarayların içindekilerin heybetli resimleri, minyatürler, halka yüzünü çevirmiş ve yahut kendini halka çevirmiş daha başka çokça eserlerin yine tek yapılış sebebi bu amaca hizmettir.
Zamanın aktarımında boya, kadraj veya taş görmek istemeyenler kendilerine zamanın soyut doğasına uygun bir makas daha bulmuşlardı elbet ki: yazı!
Pek tabii yazı da somut bir aktarma aracı gibi görülebilir, neticede kâğıt, kalem ve mürekkepten ibarettir. Ancak bu üç temel şeyin yanında atlanmaması gereken ve neredeyse onlardan daha önemli bir varlık vardır ki bu da hayal gücüdür.
Hayal gücü, insanın elinde olmadan gelişen olaylara ve daha pek çok şeye kendini dâhil ederek belki bir acı hafifletme belki de zamana hükmetme imkânı verir insana. Hayal gücü tabii ki kendini bu açıdan bir miktar da olsa resim ve heykelde de belli edecektir ancak bunun yazıdaki kadar özümsenmiş halde olması pek de mümkün değildir. Hele ki kalemle bütünleşmiş bir hayal gücü zengininin eli altında yazı adeta zamanın aslına meydan okur. Bu hayal gücü zenginleri, gerek Türk gerek yabancı yazı metinlerinde kendilerini göstermişlerdir. Her dönemde ve durumda kalemin keskinliği ve akıttığı mürekkep damlalarının rengi değişse de, içlerinde her daim insana özgü ve zamana dayalı parçalar barındırmışlardır. Her bir devirde insanın ölümsüzlük özlemini dindirmesinde bir araç olarak görülmüş tutunacak yegâne dal olmuştur. Bilindiği üzere ölümünden sonra tanınan ve değer biçilen kişilere zamana meydan okuma hakkını veren yazının ta kendisidir.
Her kişiye farklı bir hızda ve farklı evrelerle yaklaşan zaman, kişilerde bıraktığı bu tekinsizlik hali nedeniyle kimi zaman gizlice kimi zaman açıkça eleştiri ve alaya maruz kalmıştır. Bu eleştiri ve alay kimi yerde insanın anıları ile el ele vererek kişiden sitem veya pişmanlık kelimeleri dökülmesine sebep olabilmektedir.
Geçmişe özlem ve geleceğe kaygı kalemin en köklü ürünlerinden olan romanın en temel konu kaynağıdır. Geçmiş, şimdi ve gelecek arasında mekik dokumak, geçmiş tecrübeyle adın atamamak ve geleceğe güvenememek ayrıca bir şimdi bulunduğunun farkında olamamak romanlara yansıtılan en basit zamana sitem örneğidir.
Bu sitemi temel yönleriyle görebilmek için Oğuz Atay’ın Korkuyu Beklerken isimli kitabından yararlanabiliriz. Geçmişe takılı kalmak ve ilerleyememek bahsinde kitabın “Babama Mektup” isimli hikâyesine bakabiliriz. Hikâye iki yıl önce vefat eden babası ile dertleşme isteğinde olan yazarın içini dökmesini içeriyor. Yazar babası hayattayken söyleyemediği pişmanlık ve hayıflanmalarını dile getiriyor. Nasıl geçmiş zamandan kurtulamadığını, değişip gelişemediğini, devamlı hüznü ve kederini paylaşıyor.
Şimdiye odaklanamayıp gelecek endişeleri içinde kaybolmak bahsinde ise kitabın da ismini aldığı “Korkuyu Beklerken” isimli hikâye bize destek verecektir. Hikâye, yazarın bulduğu bir mektup yüzünden ölüm tehdidi aldığını düşünerek geleceğe adım atmayı reddetmesini içeriyor. Kendisi ölüm tehdidi nedeniyle korkudan kaplanmışken zaman ilerlemeyi sürdürüyor ve olacak olan olacağına varıyor. Bu farklı görünen iki hikâye içindeki ortak durum aslında kişilerin şimdiden uzaklaşmayı seçerek geçmişin ve geleceğin zamanına yenik düşmeleridir.
Zamanla olan savaşa girilse de girilmese de kesin olan bir şey vardır ki o da zamanın birbiri içine geçmiş saat dişlileri gibi devamlı ve sağlam nedenlere oturmuş olarak ilerliyor olmasıdır. Natüralist bir yazar gibidir esasında zaman. Kapladığı alanda ve durumda her şeyin bir gerekçesi vardır. Bu gerekçeli ilerleyişi bir süreliğine de olsa unutan bir insanı basit bir masa saatinin insan huysuzlaştıran tik taklarıyla aynı rahatsızlıkta kendini hatırlamaya mecbur edecektir. Bunun romana yansımış örneklerinden biri olan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü isimli eseri ayrıldığı dört bölüm içerisinde her bölümüm sonraki bölümde yaşanacak pişmanlıklar ve önseziler ile bezenmiş olması hiç şüphesiz bundandır. Pek tabii kitap sadece zamanın bu yönünü ele almıyor. Aynı zamanda zamana felsefi ve yer yer alaycı bir bakış getirmeye çalışmış. Aslına bakacak olursak bu felsefi ve alaycı iki tutumun bir arada olması zamanın insandan insana farklı algılanıyor ve yaşanıyor olması ile ilgilidir. Örneğin, Nuri Efendi’nin saatlere insanmış gibi davranıyor ve saygı duyuyor üzerlerine söz söylüyor olmasına karşın bahsedilen diğer saat ustasının bu gibi işlere deli işi demesi bahsettiğimiz duruma bir açıklık getirebilir.
Gerek bahsettiğimiz kitaplarda gerekse hayatın diğer alanlarında insan zamanı kendine mal etme çabası ile yaşayıp gitmektedir. Peki, bunun nedeni nedir? İnsan ölümsüzlüğü, hayata ve zamana hükmetmeyi neden bu kadar ister? Bunun nedeni insanın kendinden sonra olacak olanlara ve yaşayamadıklarına duyduğu delice merak daha doğrusu özlemdir. İnsanın içinde merak, heyecan veya umut kalmamışsa insanın ne ölümsüzlüğe ne de zamana ihtiyacı kalmamış demektir.
Bunu Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Yaban isimli romanında köye taşındığı ilk vaki karakterimizin yavaş yavaş kaybettiği umudu ve mevsim geçişleri olmasa fark edilemeyeceğini söylediği zaman kavramı bizi karşılıyor.
Gerek Saatleri Ayarlama Enstitüsü isimli kitabın sonunda Halit Ayarcı’nın kaybettiği ve zamana olan heyecan gerekse Korkuyu Beklerken isimli kitaptaki hemen her hikâye kaybedilmiş umutlar ile gelen zaman olgusundaki kayıplık ve kopukluk hissi bize bu çıkarımın doğruluğunu gösteriyor.
Kaynakça:
Atay, O. , Korkuyu Beklerken, İstanbul, İletişim Yayınları, 2022
Tanpınar, A.H. , Saatleri Ayarlama Enstitüsü, İstanbul, Dergâh Yayınları, 2023 Karaosmanoğlu, Y. K. , Yaban, İstanbul, iletişim Yayınları, 2024