
Sana, bana, ona, onlara göre değişen, gelişen belki de gerileyen cansız ama dinamik bir yapı “edebiyat”. Tarih boyunca belleklerde eşsiz bir lezzet bırakarak değişimini sürdüren edebiyat dönem dönem yazarın, dönem dönem toplumun, dönem dönem de kapitalist sistemin isteklerini yerine getirdi.
Yusuf Has Hacip, Kutadgu Bilig’in Ogdulmuş’unda; Dostoyevski, Suç ve Ceza’nın Raskolnikov’unda, Bernard Malamud, Tamirci’nin Yokovbuk’unda; Cahit Sıtkı, Otuz Beş Yaş’ında kısmen ya da geniş açıyla ölümü, ölüme giden yolu, ölümün ardındakileri yazdılar. Onları, ölümün yuvarlak masası etrafında toplayan neydi, hangi yaşanmışlıklardı? Takdir edersiniz ki bunu bilmeme imkân yok. Ancak bu konuyla ilgili söyleyebileceğim bir şey varsa bu, ölümü farklı coğrafyalardaki farklı kültürlerin farklı insanlarına yayabilecek, her okuyana başka bir tadı verebilecek evrensel bir edebiyata sahip olduğumuzdur.
Tamirci’yi okurken ensenize çöken ve soğuk nefesini usul usul kulağınıza üfleyen ölüm, Raskolnikov elinde bir baltayla tefeci kadının kafasını ikiye ayırırken o kadar da korkunç bir şey gibi gelmez gözünüze. Çünkü hem Malamud, hem de Dostoyevski böyle olmasını istemiştir.
Kanımca edebiyat, günümüzün filli ordusu olan popüler kültürün de ittirmesiyle 2015’in modern insanının edebi doyumunu değil de yayın evlerinin ve yalnızca kalem tutmayı başarabilen yazarların ekonomik açlığını gidermeye yönelik bir araca dönüşmüş durumdadır. Böyle olmakla beraber hâlâ edebiyatı, Türk edebiyatını, Türkçeyi ve okurların düşünme dünyalarını önemseyen yazarların olduğunu bilmek yeteriz bir rahatlık veriyor.
Ekonomik ihtiyaçları gidermek için yazılan “şunu yazayım da cebime üç kuruş girsin” romanlarının, kişiyi bırakın edebi doyuma ulaştırmak iki adım öteye götüremeyeceği kanısındayım. Günümüz okur kitlesinin taleplerini takip etmeye çalışan ve bunlardan çeşitli sonuçlara ulaşan, kitap okuma oranının can acıtan bir seviyede olduğu ülkemin çok satanlar listelerini içi acıyarak takip eden biri olarak günümüz okuruna güvenmiyor oluşumu lütfen mazur görün.
Söylediklerimin sonunda bir sonuca varacak olursam Malamud gibi Dostoyevski gibi usta yazarların cümlelerinde tıpkı onların istediği duyguları tam anlamıyla yaşamamızdan ve günümüz okuruna olan güvensizliğimden yola çıkarak ben edebiyatın, okurun anladığı değil de yazarın yazdığı olduğuna inanıyorum. Popüler kültürün içler acısı romanlarının çok satanlar listelerinden uzaklaşacağı ve “Tamirci iyi bir kitap” dediğimde yüzme bön bön bakan okurlarla karşılaşmayacağım güne kadar bu düşüncem değişmeyecektir.