KitaplıkSayı 23

Cuşiş-i Efkâr İçinde Ustaca Bir Muakale: Bir Adam Yaratmak

Firdevs K. KAR | RİZE Şehit Onur Kılıç Kız AİHL,12-C

Necip Fazıl Kısakürek’in buhranlı yıllarının bir ürünü olan O ve Ben’de (1974) bu eserinden “geçirdiğim büyük ruh çilesinin sahne destanı” diye bahsettiği Bir Adam Yaratmak adlı bu eserinin yazılışı Necip Fazıl’ın mürşidi Abdülhakim Arvâsî’yi tanıdığı yıllara rastlamaktadır. Bu açıdan eser Necip Fazıl’ın bohem bir yaşamdan İslami bir duyarlılığa geçtiği yılların etkisi altında oluşan fikirleri ile kurgu meselesine yaklaşımını bize sunar. Bir matruşka misali eser içinde eser olan bu -şah-eserde Necip Fazıl’ın kurguya karşı çıkarak kurgusunu oluşturması, eserini kurgusal bir düzlemde var etmesi bizlere çelişki gibi görünse de doğru değerlendirme için sanat eserinin okura dönük yüzü kadar yazara dönük yüzü de bizler için büyük önem arz eder. Bir çıkmazdan kurtulmaya çalışan sanatkârın çabalayışını gördüğümüz bu eserde, eser bizlere sanatkâr psikolojisini de yansıtmaktadır.

Tarkovski, “Sanatsal görüntü daima birinin yerine ötekini, büyüğün yerine küçüğü geçiren bir göstergedir. Canlıdan söz etmek isteyen sanatçı ölüden bahseder, sonsuz hakkında konuşabilmek için sınırlı olanı sunar. Bir yedek!” der. Bir sanat eserinin gerçeklikle imtihanı sanat eserinin kaçamayacağı bir meseledir.” Yaşanılan bu dünyayı realite olarak kabul ettiğimizde kurgu olan bir metnin veya metinde ifade edilen olayların realitenin kopyası yahut temsiline denk geldiğini görürüz. Bu açıdan bakınca sanat paradoksaldır diyebiliriz.

Birbirine içten eklemlenmiş iki oyunu içeren eserde birincisi Necip Fazıl Kısakürek’in yazdığı Bir Adam Yaratmak piyesi, ikincisi bu piyesin içinde bir muharrir olan ve başkahraman olan Hüsrev’in bilmeden kendi kaderini yazdığı ve yine ana piyesin (Bir Adam Yaratmak) içinde oynanan “Ölüm Korkusu” adlı oyundur. Kim bir incir ağacının bütün hayatını şekillendirebileceğini düşünebilir ki? Hiç kimse mi? İşte Hüsrev de o hiç kimseden sadece biriydi. Oyunun sonunda Hüsrev’in, Ölüm Korkusu adlı oyunundaki karakterin yazgısına benzer şeyi yaşıyor olması Hüsrev’i de bizleri de sanatın hayattan ayrı bir şey olmadığı kanısına ulaştırır. Hüsrev’in şu cümleleri kurgu ile gerçeğin eninde sonunda aynı kümenin elemanları olmaktan kaçamayacağını ortaya koyar:

“Hüsrev: …Eserimi niçin yazdım? Onu öldürmek için mi? Onu niçin öldürdüm? Eserimi yazmak için mi?”

“Hüsrev: Ben sanatı hayattan başka bir şey sanıyordum.”

Hüsrev, oyundaki kahramanın sözlerini kahraman da adeta Hüsrev’in laflarını yazar: “Hüsrev: Onun laflarını ben yazdım. Benim laflarımı da şimdi o yazıyor.”

Oyunu incelediğimizde veyahut eseri okuduğumuzda benmerkezci bir görünüm sunduğunu Hüsrev karakteri üzerinden görüyoruz. Eserin sonuna geldiğimizde bile Hüsrev’den kendimizi alamıyor ve bir müddet daha düşünüyoruz. Neden diğer karakterler değil de Hüsrev? Şunu fark ediyoruz: Sanki diğer konuşmalar Hüsrev, monoloğunu -söyleyeceklerini- sürdürebilsin diye eklenmiş sebeplerdir.

Bir adam yaratmaya kalkışan Hüsrev, “Bir adam yaratmağa kalkıştım. Ona bir surat ve kader bulmak. Nerede bulayım? Kendimi buldum. Suratsız ve kadersiz adam şahlandı. Zincirini kırdı. Elimden kaçtı. Ben insanım. Beni arkamdan vurdu. Kalıbımı giyindi. Kaderimin içine yattı…” ifadeleriyle de yaratmaya kalkıştığı adama kendisi dışında başka bir hayat ya da kader bulmaktaki aczini belirtir. Yaratmaya kalkıştığı adama bula bula kendi yaşamını giydirmiştir. Başka bir ifadeyle Hüsrev’in yaratmaya kalkıştığı kahramanda Hüsrev’in kaderi, Necip Fazıl’ın yarattığı (yaratmaya kalkıştığı) kahraman olan Hüsrev’in kaderinde de adeta Necip Fazıl’ın kaderi deneyimlenmiştir. Hüsrev’in haddi aşmasının hadsizliği ile ilgili deneyimlemiş olduğu itirafını eserde şu cümlelerle buluruz: “…Yaratıcı neymiş, yaratmaya kalkışarak tanıdım. Yalancı ilah doğrusunu tanıdı. Gölge artist öz sanatkârı tanıdı. Ben şimdi, şu anda tanıyorum Allah’ı…” Hüsrev, Allah’ı fikrinin ufkunda bir kavramdan ziyade muhayyilesinin ufkunda bir deneyimin sonucunda kavramıştır.

Eser, yaratıcıya öykünmenin olumsuz sonuçlarına odaklanır. Burada tartışmaya açılan konuların başında kurmacanın sanatçı için ne ifade ettiği gelir Necip Fazıl, kurgu ile oluşturduğu eserinde kurguyu hedef tahtasına oturtur. Oyun temelde iki tartışma konusu oluşturur. Biri kurmaca bir metnin gerçek hayat üzerindeki baskı yaparak hükmetme gücü (tahakkümü) diğeri ise Müslüman bir sanatçının eserinde Tanrı gibi davranmasının muhtemel riskleridir. Eserin muhtevasının merkez noktası olan kurgu meselesini Necip Fazıl’ın İslami duyarlılık üzerinden olumsuzlaması ve İslami bir açıdan işlemesi bu eserde meseleleri İslami bir açıdan işlemesi, bu eserde meseleleri İslami bir bakış açısıyla değerlendirmemiz gerektiğinin zorunluluğunu ortaya koyar. Bu bakış açısı ile değerlendirme yapmanın gerekliliğine işaret eden örneklerden biri de Hüsrev’in piyesinde eserin kahramanının ölümü intihar şeklinde gerçekleşirken Necip Fazıl’ın piyesinde incir ağacı kesilir ve böylelikle İslami bakış açısına ters düşen cana kıyma (intihar) olayı gerçekleşmemiş olur.

Eser, ana kahramanın Tanrı gibi yaratmaya öykünmesinin olumsuz sonuçlarına da odaklanır. Bir insanın herhangi bir şeye veya bir kişiye öykünmesi önünde sonunda ona benzemeyi amaç edindiği anlamına gelir. İslami bakış açısında yaratıcı yarattıklarına benzemez. Bu nedenle ona öykünmek mümkün değildir. Hüsrev bunu bizlere şöyle izah eder:

“Allah gayedir. Her varılan şey gaye olabilir mi? Yollar uzun, yollar sonsuz, yollar açık… Bilerek bilmeyerek Allah’a doğru yol almak vardır, varmak yoktur. Varabildiğimiz hiçbir şey, hiçbir ufuk Allah değildir. Allah sonsuzluktur. Hiç sonsuzlukla boy ölçüşmek olur mu? Hiç adetler, milyonlar ve milyarlar sonsuzlukla boy ölçebilir mi?” Ayrıca bu sözler Hüsrev’in çektiği acıya giderek artan dinsel nitelik de kazandırır.

Necip Fazıl, babasızlığı, geçmiş karşısındaki çaresizliği, şimdi karşısındaki seçenek ve eylemsizliği ile Oedipus ve Hamlet’i yankılayan Hüsrev’in yazgısallığını kurarken aynı zamanda tragedya motiflerinden de faydalanmıştır. Mazi, tragedyada çoktan olup bitmiş olması ve geri getirilemezliği ile insanın geç kalmışlığının asal kaynağı olarak yer bulur. Hüsrev’in geç kalmışlığı ve yazgınsallığı ise Oedipus’ta da Hamlet’te de rastlamış olduğumuzdan daha farklı kendine özgün bir zamansallıkla örülür. Hüsrev’in geçmişle şimdi arasındaki vaziyeti Hamlet’inkinden daha farklıdır. Hamlet babasının amcası tarafından öldürüldüğü haberini Hayalet’ten almadan önce de “şimdi” ile derdi olan bir kahramandı. Hamlet’in şimdiye olan bakış açısına ve melankolisine az çok tanımlanabilir bir geçmiş bakışı eşlik eder. Hamlet’te geçmişten şimdiye doğru bir hareket vardır. Çünkü şimdinin böyle olmasında geçmişin payı bulunur. Başka bir ifadeyle Hamlet’in mazisi, onun için ayakkabının içinde kalan bir çakıl taşı gibidir.

Bir Adam Yaratmak’ta hareket “Oedipus”ve “Hamlet”ten farklı olarak şimdiden geçmişe doğrudur. Geçmiş şimdiyi etkilemez. Hüsrev şimdi ile geçmiş arasında değil, Allah ile etrafındaki kalabalık daha doğrusu Allah ile şimdi arasındaki sıkışmış bir kahramandır. Hüsrev’in yığılımlı bir şekilde artan kaygılı, sıkıntılı, bunalımlı bu ruh hali oyun boyunca devam eder. Baudelaire, “Kurban da benim cellat da ben.” der bir şiirinde. Hüsrev de “Kimse bana kendim kadar düşman değil.”, “Keşke ben de kendimden gizlenebilsem.” sözleriyle kurban ve celladın kendi kişiliğinde birleştiğini ifade eder.

Edgar Allan Poe, “Kelimelerin, gerçeklik payının verdiği üstün korku olmadan, zihni etkileme gücü yoktur.” der. Belki de bu yüzden gerçeklik payı olan bu kurmaca zihnimizi bu kadar etkilemiştir. Ne de olsa her kurgunun imtihanı gerçeklik her gerçekliğin imtihanı da kurgu değil miydi? Ama daha zor olan bir şey vardı: İnsan, imtihanının hangisi olacağını bilemiyordu.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu