
“Önce biraz ağladılar, sonra alıştılar. Aşağılık insanoğlu, her şeye alışır.” diyen kitabımız yedi öyküden oluşuyor. Birbirinden farklı ancak yine de benzeyen kahramanlarıın hayatlarında düşüncelerine ya da başlarından geçen bir olaya çözüm bulmasını ve hatta bulmak zorunda bırakılmasını anlatıyor. Ben bu yedi öyküden dördünü ele aldım.
Nihat’ın Münacatı: Nihat halk pazarına bakan evinde yalnız yaşayan bir birey olarak tanıtılıyor. Ana karakterimiz ve anlatıcımızdan Nihat tanrıyı sorgulayan bir karakterdir. Sesinin kendinin mi, bir rahibin mi, bir farenin mi olduğunu bilemez, sorgular ancak sorguladığı içinde kendine kızar. Nihat’ın söyleyişine göre onu terk eden karısı Aslı bu sorgulayışın nedeninin okuduğu kitaplardan dolayı olduğunu söyler. Öykü boyunca Aslı onu terk etmiş olsa dahi Nihat’ın onu unutamadığı hissettirilir. Nihat tanrının bilginin kalbini yorup yormadığını, bildiklerinin dışına çıkıp çıkamadığını yok sayılma acısı çekip çekmediğini sorgular. Bunları sorgularken arkadaşları bu yaşını, borçlarını ve emekliliğini hesaplayıp hadlerini aştığından, ölen kızı Nil’den ve Aslı onu terk ettikten sonra camdan sepet sarkıtarak onu beslediği için karşılığında kitap sayfaları verdiği üst kattaki yaşlı adamdan bahseder. Sonrasında özetle kapı çalar ve Nihat, Aslı ile karşılaşır, Aslı ona “Babam artık yukarı gelsin diyor” der ve Nihat’ın tanrıya hoşça kal demesi ile biter.
Düşüncelerim: Öykünün en başında Nihat’ın tanrıyı sorgulama sebebini anlayamasam bile öyküyü bitirince bunun sebebinin farkına vardım. Nihat’ın bu sorgulayışının nedeninin kızının ölümü olduğunu düşünüyorum. Diğer bir yandan Nihat’ın sorgulayış biçimini ve sorgulayışı içinde bile kızını anması hoşuma gitti.
Osman’ın Kırk Yedinci Yaşı: Osman kimsesiz bir adamdır. Hayatı boyunca masalardan kaçmıştır ancak bir anda hayatı bir masa ile değişmiştir. Osman’ın hayatına dokunan bu masa Osman’ın mahallesindeki antikacının bir köşesinde bulunur. Osman her zaman bu masayı almak ister, başka masalarla işi olmaz ancak maddi gücü buna yetmez. Maddi sorunlarını gidermek için kredi başvurusu yapar, tefeciye gider ancak işe yaramaz. Bu süreçte Osman antikacıdaki masayı umursamamaya çalışır ve telefonundan farklı masalara bakmaya başlar. Bunu yaparken bir iki gün evden çıkmaz. Bir pazartesi işe gitmek için evden çıkar. Osman’ın komşusu olan ve ölen annesiyle arkadaşlık etmiş bir kadın vardır. Osman genellikle bu kadından kaçar ama o gün kadın onu davet ettiğinde evine gider. Yaşlı kadın ona mücevherlerini gösterir ve gidip masayı alabileceğini söyler ama Osman sert bir tavırla reddeder ve evden çıkar. Bu olayda sonra Osman’ın masaya olan tavrı değişir ve bir anda masayı onundur ve normal olarak adlandırabileceğimiz bir adam olur.
Düşüncelerim: Nedenini anlayamadığım bir şekilde mahallesindeki antikacıda bulunan bir masaya takıntısı olan bir adamı anlatıyor. Öykü bir yandan akıcı bir yandan yavaş ilerleyen bir öykü. Dikkatli okunursa gayet güzel bir öykü…
Gülden’in Kemikleri: Gülden adında hasta, yaşlı bir kadındır. Oğluyla ve onun ailesiyle yaşadığı üç katlı evinin bodrumuna inerken merdivenden düşer ve kalçasını kırar. Bu olaydan sonra yatalak hayata mahkûm kalan Gülden depresif bir hayata geçer. Bununla birlikte yaşı da ilerlediği için hastaların ve ölümünün yaklaştığını anlar oğluna, onu evinin bodrumuna gömmesini söyler. Oğlu ilk başta kabul etmez ancak sonrasında annesinin isteklerine karşı çıkamaz ve kabul eder. Bodrumda kazıya başlayan oğul ve bir iskelede ulaşır bu iskeletin boynunda da kırmızı bir mücevher kolye vardır. Gülden gençliğinde çok aktif bir kadındır ve İtalya’da okuyordur. Gülden orada hayatının aşkı ile tanışır ve evlenirler. Mutlu bir evlilikleri vardır. Bir gün eşi, Gülden’den babasının üç katlı bir evini ödünç vermesini ister, Gülden sebebini sardığında iş için lazım olduğunu söyler. Eşine güvendiği için kabul eder ve anahtarı verir. Ancak içi rahat etmez ve şoförünü alıp eve doğru yola çıkar. Eve vardığında kocasını ve bir kadını evin terasında yakışıksız olan bir durumda görür, kadının boynunda da geçen hafta eve giren hırsızın özel olarak seçip bir tek onu çaldığı kırmızı mücevherli kolye vardır.
Düşüncelerim: İlk başta hasta, yaşlı bir kadının oğlundan o öldüğünde onu evin bodrumuna gömmesini istediği bir öykü sanıyorsunuz ancak öykünün sonunda ters köşe oluyorsunuz ve adı verilmeyen oğulun geçmişte Gülden’in eski eşinin Gülden’i aldattığı kadının kemiklerini ve kocasının Gülden’den çalıp o kadına verdiği kolyeyi bulmasıyla bitiyor. Açıkçası ben öyküyü beğendim, akıcı bir anlatımı vardı. En beğendim kısmı son sahneydi çünkü Gülden’in kadını öldürüp evinin bodrumuna gömdüğünü anladığım zamanki aydınlanış anım benim için bayağı eğlenceliydi.
Mütercimin Misafiri: Anlatıcımız ve kardeşleri, ebeveynleri beraber ucu kırık, tanrılaştırdıkları bir sürahiye inanırlar. Onun her şeyi bildiğini ve onları onun doğurduğunu düşünürler. Babaları normal babalar gibi akşamları onlarla konuşmak yerine onları sürahinin önüne kayar ve onunla konuştururmuş. Anlatıcımızın kardeşleri Meryem ve Havva vardır. Meryem kurallardan yana olan gaddar biridir. Havva ise durgun bakışlı ebeveynlerinin sözünü dinleyen ama en az riayet eden kardeştir. Havva’nın sağaltma güçleri vardır ve bunu bilen sadece anlatıdır, bunu bilme sebebi de Havva içini sürahiye dökerken kulak misafiri olmasıdır. Bu olaydan sonra Havva yaşadıklarını sürahiye anlatmaktansa anlatıcı olan ablasına anlatmaya başlar. Havva’nın anlattığına göre gölün karşısında verandası olan bir evde yaşayan bir genç mütercim ona güzel olduğunu söylemiştir ve konuşmaya başlamışlardır. Günlerden bir gün aralarında en kurala olan Meryem kardeşlerine sürahiyi kırmayı teklif eder, şaşıran kardeşlerden Havva böyle bir şey yaparsa onu cehennemde yakacağını söyler. Ertesi gün ise ilginçtir ki Meryem yüzünde yanık izleriyle uyanır. Meryem’in sürahiyi kırma fikrini öğrenen, sürahiye tanrıymış gibi davranan halk Meryem’i idam eder. Bir başka günde Havva sürahiyi kırar ve cesurca sürahiye inananlar karşısında isteyerek yaptığını savunur ve kaçar. Yaklaşık iki üç yıl geçer Havva saklandığı yerden çıkar ve anlatıcı olan ablasına Mütercime artık yaşamadıkları, neredeyse gölün üstünde duran eski evlerine çağırmasını söyler. Mütercimi eve çağıran anlatıcı ona Havva’nın verdiği sürahi parçasını verir. İlk başta puslu olan cam kırığı yavaştan geçmişten bir sahneyi göstermeye başlar. Bu sahnede yara bere içinde olan ve bir ağacın altında baygın bir şekilde oturan Mütercimin yanında Havva vardır. Havva, Mütercimin yaralarını sağaltıma gücüyle iyileştirir biraz sonra Mütercim uyanır ve birbirlerine gülümserler. Cam parçası tekrardan pusların ve anlatıcı Havva’nın, Mütercimin şehre gitmesini istediğini söyler, Mütercimin kabul etmez ve evden çıkar. Ani bir sahne değişimiyle Havva ve Mütercimin yan yanadır ve konuşuyorlardır. Havva ayağa kalkar ve çiçeklerin arasında yürürken çiçeklerin hiçbiri hareket etmez…
Düşüncelerim: Bu öyküyü anlamak benim için zordu çünkü baya karışık bir anlatımı vardı ve bu benim anlayıp yorum yapma işimi zorlaştırdı. Diğer altı öyküye göre daha fantastik bir konusu vardı ve bu çok hoşuma gitti. Havva’nın neden ani bir kararla sürahiyi kırdığını hâlâ anlayamasam bile diğer öykülere nazaran bu öyküde okuyucunun tamamlaması için bırakılan açıkları beğendim.