
Türkiye’de kadın olmanın önemi ve kadınlara verilen değerin değişmesinin (!) başlıca sebepleri, ülkemizin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk ve onun önderliğinde yapılan Kurtuluş Savaşı’dır. Gazi Mustafa Kemal, “Dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir” sözüyle kadının toplum ve medeniyet içerisindeki yerine vurgu yapmakla birlikte, Kurtuluş Savaşı dönemindeki her kadının bağımsızlıklarına ve geleceklerine dair umutlarının yeşermesinde bir güneş gibi parlamıştır. Halide Edip şüphesiz dönemin en kuvvetli kalemine sahip kadın yazarımızdır.
Halide Edip Adıvar yazarlığının yanı sıra siyasetçi, akademisyen ve öğretmendir de. Halide Onbaşı olarak da bilinir. Türkiye’de II. Meşrutiyet ve Cumhuriyet Dönemlerinin birinci gözden gözlemleyen ve yaşayan önemli bir tanığı, kadın meselesi ve Milli Mücadele’yi ele alan romanları ile Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatının gerçekçi roman geleneğinin öncüleri arasında yer almış bir yazardır. 1919’da İstanbul halkını işgale karşı yüreklendirip harekete geçiren mitingleriyle zihinlerde yer edinmiştir.
1. Meşrutiyet’in ilanından itibaren yayımladığı yirmi bir roman, dört hikâye kitabı, iki tiyatro eseri ve çeşitli incelemeleriyle Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemleri Türk edebiyatının en çok eser veren yazarlarındandır. Ayrıca gazetecilik de yapan Halide Edip savaş dönemlerinde Anadolu Ajansının kurulmasında büyük rol oynamıştır.
1926 yılından itibaren yurt dışında yaşadığı on dört yıl boyunca verdiği konferanslar ve İngilizce olarak kaleme aldığı eserler sayesinde zamanının dış ülkelerde en çok tanınan Türk yazarı olmuştur. İstanbul Üniversitesinde edebiyat profesörü olan Halide Edip, İngiliz Filoloji Kürsüsü Başkanlığı yapmış bir akademisyen; 1950’de girdiği TBMM’de ise milletvekilliği de yapmıştır. Ayrıca I. TBMM Hükûmetinde sağlık bakanı olan Adnan Adıvar’ın eşidir. Seksen yaşında böbrek yetmezliği sebebiyle aramızdan ayrılmıştır. Halide Edip hakkında konuşmayı bitirmek neredeyse imkânsızdır diyebilirim. Bu yüzden yazımın asıl konusu olan Halide Edip Adıvar’ın iki önemli eserini yani Ateşten Gömlek ve Vurun Kahpeye romanlardaki kadın karakterler hakkında bahsedeceğim.
Halide Edip, Ateşten Gömlek eserinde, aslında bir bakımdan Halide Edibin kendisini görmekteyiz. Savaşın bu seviye içinde bulunduğu için adeta olayları birebir bize aktarmakta.
Ayşe vatanına düşkün, vatanı için canını verebilecek henüz gençliğinin baharında bir kadındır. Abisi Cemal’in arkadaşı olan Peyami ile evlendirilmek üzere İstanbul’a gider. Ancak bu evlilik Peyami’nin tavırları yüzünden gerçekleşmez ve Ayşe’nin İzmir’e geri dönmesi ile son bulur. Ayşe İzmir’e döndükten bir süre sonra evlenir ve bir çocuk sahibi olur. Ancak İzmir’in işgaliyle eşi ve çocuğu vahşice katledilen Ayşe mecburen İstanbul’a, abisinin yanına geri dönmek zorunda kalır. Ayşe’nin Milli Mücadele’nin önemli bir unsuru olması böylelikle başlar. İstanbul’da Salima Hanım ile karşılaşır, İngiliz himayesini destekleyen bu kadına İzmir’deki katliamı anlatır. İstanbul’daki Sultan Ahmet mitinginin ardından Ayşe’nin abisi Cemal, Anadolu mücadelesine katılmak için yola çıkar. Kitabın bir diğer aktif karakterlerinden biri olan Binbaşı İhsan da onunla birlikte gitmektedir. Ayşe ise Peyami ile Ankara’ya ulaşmak için yola çıkar. Milli Mücadele’ye katılan bu dört kişi, vatanları için geri dönmeyi düşünmeden önemli görevler yürütürler. Ayşe Eskişehir’de hemşirelik yapmaktadır. Bu arada hem Peyami hem İhsan Ayşe’ye âşıktır. Özellikle İhsan’ın savaşta yaralanması ve Ayşe’nin onunla ilgilenip, bakması ile aralarındaki bağ ilerlemiştir. Bu süreçte İhsan’ın başka bir kadınla ilişkisi olduğunu öğrenen Ayşe ondan soğur.
Ayşe, Milli Mücadele’nin Türk milleti için ne kadar önemli olduğunun bilincinde olan bir kadındır. Bu yüzden kendisini tamamıyla vatanının kurtuluşuna adar. Bu yolda hem Ayşe, hem İhsan, hem de Cemal şehit olurlar. Vatanları uğruna kanlarının son damlalarına kadar savaşırlar. Peyami ise savaşta ağır yaralanmıştır ve doktorlar tüm çabalarına rağmen onu hayata döndüremezler. İşin aslıysa, anlatılan tüm bu olaylar Peyami’nin günlüğünden yazılar olduğudur. Doktorlar bu yaşananların Peyami’nin maruz kaldığı beyin hasarı nedeniyle gördüğü halüsinasyonların etkisiyle kurgulanmış olduğunu düşünür.
Ateşten Gömlek romanını bir de edebiyatımızdaki yerine bakacak olursak Kurtuluş Savaşının derinliklerini ince ayrıntılarına kadar işleyen romanların listesinde başı çeker. Hem Kurtuluş Savaşı’nın tarihini hem de dönemin psikolojik ve sosyal ilişkilerini çok güzel anlatır.
İkinci romanımız Vurun Kahpeye ise, Kurtuluş Savaşı’nın yaşandığı yıllarda, Anadolu’da geçer. Zaman ve mekân olarak çok net bir şekilde bilgi sahibi olamasak da yaşanan olaylar Milli Mücadele dönemlerinde geçtiğine dair bilgi vermektedir. Aliye, yani ana kahramanımızın İzmir’in işgali Mayıs 1919’da gerçekleştiğine göre ve Aliye’nin bu tarihte kitabın geçtiği kasabada bulunduğu, Yunan işgali ilerlediği dönemlerde (1920-1921) kaldığı anlaşılabilir.
Anne ve babasını genç yaşta kaybeden Aliye, İstanbul’da Darülmuallimat’ı bitirdikten sonra Anadolu’ya geçer ve adı verilmeyen bir kasabada öğretmenlik yapmaya başlar. Zengin, imkân sahibi ailelerin çocukları ile fakir ailelerin çocuklarına eşit bir şekilde davrandığı için ilk günlerde herkesin dikkatini çeken Aliye, kendinden emin, adaletli ve adil tutumu nedeniyle kısa sürede kasabanın büyük çoğunluğunun sevdiği ve saygı duyduğu biri haline gelir. Bu dönemde Yunan işgalinin başlaması, halk içinde Aliye’yi sevmeyenler için bir fırsat haline dönüşür.
Uzun Hüseyin Efendi, Aliye’ye evlilik teklif eder ancak aldığı olumsuz yanıtı kaldıramadığı için dini kendi çıkarları için kullanan Fettah Efendi ile birlikte Yunan karargâhına giderler ve Kumandan Damyanos’a kasabanın kendilerini beklediklerini, işbirliği yapmaya hazır olduğunu söylerler. Uzun Hüseyin Efendi’nin koştuğu tek şartsa Kuvayı Milliye’yi destekleyen Aliye’nin kendisiyle evlendirilmesidir.
Ancak Aliye çoktan Kuvayı Milliye çetelerinden birinin başı olan Yüzbaşı Tosun Bey ile nişanlanmıştır. Damyanos, Yunan ordusu ile kasabaya geldiğinde verdiği kararsa Yüzbaşı yakalanana kadar Aliye ile kimsenin evlendirilemeyeceğidir. Ancak o da ilk görüşte kadının kendine güvenen hallerine bu güzelliğine tutulmuştur bile. Belki de bu yüzdendir evlendirilmeyiş kararını verişi. Uzun sürmeden kasabanın önde gelen ismi olan Damyanos, çevrenin de baskısıyla Aliye’nin yanında kaldığı ve manevi babası olarak saydığı Ömer Efendi’yi tutuklatır. Yunan komutan Aliye’yi tehdit ederek, kendisiyle evlenmezse Ömer Efendi’nin idam edileceğini söyler. Aliye’nin bu durumda intihar edeceğini açıklamasının ardından, onu sürgüne göndermekle yetinir.
Türk ordusunun Yunanlıları geri püskürtmek için taarruza geçtiği vakitlerde Tosun Bey Aliye’nin evine onu ziyarete gelir ancak yaptığı hatayı oraya gelip bir gece geçirdikten sonra fark eder. Pişmanlığı Yunan askerlerinin kulağına gelişinin duyulduğunu ve Aliye’nin evinin etrafında nöbet tutmaya başladıkları gerçeğini değiştirmez. Tosun Bey, gerçekleşen hadiseler yüzünden bu şartlar doğrultusunda yakalanacak ve taarruz sırasında yerine getirmesi gereken önemli görevler başarısız olacaktır. Bu durumun Millî Mücadele’ye zarar vereceğini bilen Aliye, Damyanos’u ikna edebileceğini bildiği için yanına gider. Kendisinin evlilik teklifini kabul etmesi karşılığında evinin etrafındaki askerlerin geri çekileceği konusunda bir anlaşma yapar, böylece Tosun Beyi kurtarmış olur, aynı zamanda kendinden vazgeçerek vatanı için istemediği bir şeyi kabul etmiş olur.
Neyse ki kısa süre sonra, kasaba Türk ordusu tarafından kurtarılır. Ancak kasabadan ayrılan Damyanos ile bir gece birlikte kalmak zorunda kalan Aliye, bir anda sebebi nedir bilinmez (!) Kuvayı Milliye destekçilerine dönüşen Uzun Hüseyin ve Hacı Fettah tarafından suçlanır. İşgal altında Yunanlılarla işbirliği yaptığı için kasabanın namusuna bir leke sürdü olarak kabul edilen Aliye, “Vurun Kahpeye” çığlıkları ile linç edilir. Neyse ki roman, Tosun’un kasabaya geri dönüşü ve Aliye’nin yaptığı fedakârlığı açıklamasıyla sona erer.
Aliye ailesini kaybetmiş olmasına rağmen güçlü kalmayı başarabilen, özellikle de vatanı için en önemli savaşını görmüş olmasına rağmen mesleğinden vazgeçmeden işini yapmaya devam eden güçlü bir kadın karakterdir. Öyle ki yaşadığı kasabanın alt kesim, üst kesim ayrımına takılmadan adaletli bir şekilde davranmaya devam etmiştir. Sevdiği adamdan uzak kalmak zorunda olsa da vatanı için sessiz kalmıştır. Kendi fedakârlığı sayesinde vatanının askerleri tarafından kasabası kurtulduğunda sevinmeye fırsatı bile olmadan bir anda iki ismini bile anmak istemeyeceği şahsiyetin suçlamalarıyla halkın karşısında hain konumuna düşüyor. Kendi vatanı uğruna kendi vatanının haini olduğu düşünülüyor. Neyse ki bu durum çok uzun sürmeden Tosun Bey’in gelmesiyle son buluyor.
İncelediğimiz bu iki romanda da görüldüğü üzere Halide Edip’in romanlarındaki kadın karakterlerinin ne kadar güçlü ve ne kadar vatansever olduklarını görmekteyiz. Halide Edip’in kendisinden bir parça olduğunu zaten bildiğimiz bu karakterlerin hepsinde aynı duygu yatıyor. Vatan sevgisi.
Mustafa Kemal Atatürk’ün de öngördüğü gibi Türk kadını, milli bilincin oluşmasına hiç şüphesiz büyük bir katkıda bulunmuştur. Milli bilincin oluşmasını ve ilerlemesini sağlayan en önemli sanat formlarından biri olan edebiyatımızda da Türk kadınının muhkem gücü yerini korumuş ve hala korumaya devam etmektedir.
Yazımı son bir Ateşten Gömlek alıntısıyla bitiriyorum, içindeki vatan sevgisi hiç bir zaman tükenmeyecek damarlarındaki kan hep kıpkırmızı akacak olanlara…
“ -İngiliz kanıyla Türk kanı bir midir madam?
-Mikroskop altında İngiliz kanını görmedim. Rengi bizimki kadar kırmızı mı yoksa mavi mi, bilmiyorum. Fakat Türk kanı ateş gibi sıcak ve kırmızıdır.”