
Serpil Çakır, Ataerkil İktidarın Eleştirisi’nde temel olarak üç şeyden bahseder. Önce genel olarak Feminizmi literatürdeki yatkın sınıflandırışıyla Birinci dalga ve İkinci dalga olmak üzere ikiye ayırır. Daha sonra ise “Farklı Feminizmler” başlığı altında feminist teoriye liberal, radikal, sosyalist bakış açılarını ele alarak eleştirel teoriye katkıda bulunur. Feminizm kavramının tanımı yapılarak önceki ideolojilerden farkı ortaya konur. Çakır’a göre feminizm, önceki ideolojilerden farklı olarak “toplumsal cinsiyet hiyerarşisi” ön plana çıkarır ve bu hiyerarşinin de tıpkı sınıf çelişkisi gibi bir iktidar ilişkisi yarattığından bahseder (Çakır, 2018: 415-416).
Kavramın tanımını yaptıktan sonra feminist hareketlerin ortaya çıkışını ele alır. Bunun izlerine Christine de Pizan’ın Kadınlar Kentinin Kitabı adlı eserinde rastlansa da daha bilinçli başkaldırıların 17. ve 18. yüzyılda ortaya çıktığından bahseder (Çakır, 2018: 416). Bu bilinç ezilmişliğin farkındalığından hareketle oluşur. Buradan hareketle toplumsal harekete dönüşür.
Metnin “Birinci Dalga Feminizm” başlığı altındaki bölümü, bizlere “Feminist hareketin başlangıcını nereden başlatırız?” sorusunun yanıtını verir. Böylelikle bu hareketin kolektif hale gelişini 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başı olarak sınırlandırarak çok bilindik ismiyle “birinci dalga feminizm” olarak adlandırırız. Bu bölüm başlığı altında ayrı ayrı olarak ABD’deki, İngiltere’deki, Fransa’daki, Almanya’daki, Rusya’daki ve Osmanlıdaki kadın hareketinden ve bu hareketlerin birinci dalga feminizme asıl rengini veren siyasal düzeyde eşitlik, kanun önünde eşitlik gibi amaçlara ulaşım süreçleri ele alınır.
Serpil Çakır’ın Osmanlı kadın hareketinin incelenmesine en büyük katkısı, kadın hareketin Cumhuriyet ile başlatmıyor oluşudur. Ona göre kadın hareketinin geçmişi 19. yüzyıl sonuna kadar uzanır. 1869’da başlayan dergi ve gazete çıkarma faaliyeti, Cumhuriyet’e kadar kırka ulaşmıştı (2018: 431).
Bir sonraki bölüm olan İkinci Dalga Feminizm ise “Yeni Feminizm” olarak adlandırılmıştır. Bu iki dalga arasında köprü görevi gören Simon de Beauvoir’dan bahsedilmiştir. İkinci Dalga, kadının politik konumundan ziyade kadının “ötekiliği”ni açığa vuran bir bilinci de önemsedi. Artık cinsiyet rollerinin toplumsal olarak kurgulanması da önemseniyordu. 1970’lerde başlayan bu hareket; kendini kürtaja, tacize, kadına yönelik şiddete karşı eylemlerde gösterdi (2018: 417).
Daha sonraki “Farklı Feminizmler” başlığı altında ise feminizmin farklı teorik yönelimler tarafından ele alışları gözler önüne serilmiştir. Başta liberal feminizm olmak üzere radikal feminizm ve sosyalist feminizm teorileri ve bu teorilerin temel dertleri ele alınmıştır.
Liberal feminizm, kadın doğası denen “masal”a karşı çıkmış teorisyen olan Mary Wollstonecraft ile tanınır. Kadınlara her alanda eşitlik sağlanması gerektiğini savunurlar. Kadının bağımlı olarak dikte edilen halinden sıyrılmaya çalışırlar. Bu teorinin tartışmaya açılan yanları ise kadın ve erkek arasındaki farklılıkların tamamını yok sayan hatta cinsiyet fikrini ortadan kaldırmaya çalışan görüşleri ve en önemlisi ataerkil iktidarı çözecek şeyin yasa önünde eşitlik olmadığı fikridir (2018: 446).
Radikal feminizm kadın-erkek ilişkilerinin bütün iktidar ilişkilerinin temelinde yer aldığını savunur dolayısıyla “cinsel olan politiktir” (2018: 448). Ataerki ise politik ekonomik bir temele sahiptir. Dolayısıyla “altyapı”daki dönüşümler onlar için önemlidir. Kadın sığınıkları, üretim devamlılığını sağlayacak kooperatifler gibi kurumlara ihtiyaç vardır ve bir “kız kardeşlik bağı” olmalıdır. Örgütlenme biçiminin esnek olması bakımından ayrılır ve yöntemi de post-Marksisttir. Bilinç yükseltme onlar için feminist yöntemdir ve böylelikle kendilerini diyalektik materyalizm yönteminden ayırırlar (2018: 452-456). Fakat burada ilginç olan şudur ki bilinç yükseltme diyalektik yöntem içerisinde ele alınabilecek bir yöntemdir çünkü diyalektik materyalizm tüm gerçeklikleri ve çelişkileri bir bütün içerisinde kapsar.
Sosyalist feminizm ise, radikal feminizme eleştirileri barındırır. Cinsiyeti politik ekonomik konumu içerisinden hareketle değil, toplumsal cinsiyet rolleri üzerinden ele aldılar. Dahası Marksizmin temel kavramlarını cinsiyet üzerinden kurulmuş iktidarlara taşıdılar. Emek sürecini “kadın emeği-ev içi emek” üzerinden ele aldılar, “yabancılaşma ve şeyleşme” kavramlarını “kadınların yabancılaşması” üzerinden tekrar düşündüler. Kısaca Marksizmin ürün, insan ve sömüren arasında kurduğu bağı cinsiyetler üzerinden kurdular. Çünkü Marksizmde sınıfın erkeklerle sınırlı kaldığını düşündüler. Dolayısıyla yöntemi toplumsal sınıflar, cinsiyetler üzerinden daha diyalektik hale getirdiler çünkü artık gerçeklik daha bütünseldi.
Çakır, Serpil, “Feminizm: Ataerkil İktidarın Eleştirisi”, der. Birsen Hekimoğlu (Örs), 19.Yüzyıldan 20. Yüzyıla: Modern Siyasal İdeolojiler, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul: 2018.