
Anadolu kültürünü ve hayatını bize sözlü şiir ile en güzel şekilde yansıtan kişilerden biri Âşık Veysel’dir. Halk şiirinin gerçek temsilcilerinden olan Veysel’in şiire toplumumuz için kazandırdığı boyutu döneminin şiirlerine baktığımızda rahatlıkla görebiliyoruz. Anadolu’nun bağrından gelerek saz eşliğinde sunduğu eserlerin her biri ayrı ayrı yaşanmışlık izi taşır. Yaşanılan dönem ne olursa olsun, üstünden ne kadar zaman geçerse geçsin “Benim sadık yârim kara topraktır.” diyen Veysel’in bıraktığı izlerini aynı şekilde taşıyabiliyor, hissedebiliyor ve anlamaya çalışıyoruz.
Anadolu’nun tam toprağından gelip koca bir neslin önünü açan Âşık Veysel’e sebep olan asıl etki Ahmet Kutsi Tecer’dir. Âşık Veysel’in kader çizgisini değiştiren en önemli olguya Cumhuriyet’in 10. Yılı yorumunu yapabiliyoruz. Geride bıraktığımız 2023 yılı hem Cumhuriyetimizin 100. Yılıydı hem de Âşık Veysel yılı ilan edildi. Cumhuriyet’in 10. Yılında hayatlarımıza dokunuş yapmaya başlamış olan Âşık Veysel’i ve onu bizlere kazandıran Ahmet Kutsi Tecer’den bahsedeceğiz.
Âşık Veysel Şatıroğlu 1894 yılında Anadolu’nun bağrı olan Sivas şehrimizde dünyaya gelmiştir. Gözlerini geçirdiği hastalık sonucunda kaybetmiştir. Veysel’in saza başlamasında babası Ahmet etkili olmuştur. Karanlık yoluna ışık tutan kişilerden biri ilk dersini aldığı Çamışıhlı Ali Ağa olmuş. Harp çıkmasıyla birlikte kardeşi dâhil etrafındaki yakınları birer birer cepheye giderken Veysel iyice yalnız kalmış ve tek dayanağı sazı olmaya başlamıştır. İçindeki bu burukluğu ve vatanına gösterdiği sevgiyi eserlerinde de bize yansıtmıştır. Fakat Veysel’in hayatındaki asıl dönüm noktasına Ahmet Kutsi Tecer ile tanışmasıdır diyebiliriz.
Ahmet Kutsi Tecer, halk kültürü alanında çalışmaları ile tanınan önemli edebiyatçılarımızdandır. Sivas’ta çalıştığı okulda Toplantı adıyla bir öğrenci dergisi çıkaran şair, arkadaşları Vehbi Cem ve Muzaffer Bey ile birlikte 5-7 Kasım 1931’de Halk Şairleri Bayramı’nı gerçekleştirdi. Bu bayram ilk kez 5 Kasım 1931 tarihinde “Halk Şairleri koruma Derneği” tarafından düzenlenmiştir. Âşık Veysel’de bu yarışmaya katılanlar arasındadır ve onun destanı, Ahmet Kutsi ve arkadaşları tarafından çok beğenilir. Ahmet Kutsi bu vesileyle Âşık Veysel ile tanışır ve onun tanınması için çalışmalar yapar. Ayrıca Âşık Veysel bu yarışmada yazdığı destanı Mustafa Kemal’e bizzat okumak ister ve arkadaşlarıyla birlikte yalın ayak Ankara’ya doğru yola koyulur. Fakat bir şanssızlık eseri Türk ulusunun çağlar boyunca yetiştirdiği iki değerli insanı karşı karşıya gelemez. Bu durum ölene kadar Âşık Veysel’in içinde bir ukde olarak kalır. Bu üzücü duruma rağmen Veysel’in şiiri “Hâkimiyet-i Milliye” gazetesinde üç gün yayınlanır. Veysel de Ahmet Kutsi’ye olan minnetini göstermek için “Tecer” adlı parçasını yazıya döker.
Veysel bu şiirinde “Tecer” kelimesini farklı anlamlara gelebilecek şekilde kullanmıştır. Şiirdeki Tecer kelimesi hem Sivas’ta bir dağ olan Tecer’i hem de aslında Veysel’in bu yolda arkasında dimdik bir dağ gibi duran Ahmet Kutsi Tecer’i temsil etmektedir. Veysel başka şiirlerinde de olduğu gibi çok kıymetlisi olan toprağı aynı şekilde kıymet verdiği Tecer’e benzetmiştir. Baktığımız zaman aslında Ahmet Kutsi Tecer, Veysel’in dil bağını çözmüştür diyebiliriz.
Şiir, şairlerin duygularının ve yansıtmak istediklerinin yazıya dökülmüş halidir. Şiiri diğer edebi türlerden ayıran en büyük nokta da sadece bir dörtlükte bile bize sunduklarının upuzun bir romandan daha fazla içimize işlemesidir. Bir konuyu şiirde işlemek diğerlerine nazaran daha zor fakat hakkını verince meyvesini daha da iyi veren bir nimettir. Âşıklık geleneğinin ve halk şiirinin usta şairlerinden biri olan Veysel de bu nimetleri alan şairlere örnektir. Gönül gözüyle insanı ve toplumu öyle bir aktarıyor ki kişinin kendini yazdığı şiirlerin mısralarında bulması an meselesi haline geliyor. Saz ve sözlerle birlikte toplumu yansıtışı ve içimizde uyandırdığı hisler onu halen daha anmamızda büyük rol oynar.
Veysel bizlere ulaşımını âşıklık geleneği sayesinde yapmıştır. Bu gelenek aslında kültür zenginliğimizin ve çeşitliliğimizin göstergesidir. Âşıklık geleneğinin en önemli özelliği dönemin yaşayış ve hayata bakış tarzını halk kitlelerine hitap edebilmesidir. Geleneğe uygun bir biçimde şiir söyleyebilen, karşılıklı atışma yapabilen, hikâye anlatabilen ve bunları çoğunlukla saz eşliğinde gerçekleştiren sanatçılara âşık; bu söyleme biçimine âşıklık denilmektedir. Bu sanatın temsilcileri, usta âşıkların yanında uzun yıllar çıraklık yaparak yetişmektedirler. Âşıklar hem manzum hem de manzum-mensur eserlerle edebiyatımızda âşık tarzı adı verilen kendilerine has bir üslup oluşturmuşlardır. Sözlü anlatım geleneği ile kuşaktan kuşağa aktarılan âşıklık geleneğine dair şiir ve hikâyeler günümüze kadar ulaşmıştır. Günümüz âşıkları sanatlarını geleneğin bugün canlı olduğu Orta ve Doğu Anadolu’da genellikle âşık kahvehanelerinde icra etmektedirler.
Âşıklık geleneğinin fazlasıyla azaldığı hatta bitme noktasına geldiği 100 yıl içerisinde Ahmet Kutsi Tecer’in halk şairi Âşık Veysel’i ve halk müziği derlemecisi Muzaffer Sarısözen gibi isimleri keşfedebilmiş olması halk edebiyatına ve şaire verdiği önemin bizlere sunduğu kanıtıdır. Halk Şairleri Bayramı ile ve hazırladığı kitapçık ile birlikte Tecer’in gösterdiği önemi tekrar görebiliyoruz. Tecer’in hazırladığı kitapçık üç bölümden oluşmaktadır;
1) Halk Şairlerini Koruma Derneği başlığıdır. Bu başlıkta Ahmet Kutsi halk bilgisi (folklor) ile halk edebiyatı hakkında genel bilgiler veriyor. Ahmet Kutsi, halk yaratıcılığının da durağan değil, değişken olduğunu, onun üzerine daima yeni yeni şeylerin inşa edildiğini, ileri sürüyor, bu noktada konu üzerine durulması gerektiğini vurguluyor. Örnek olarak dönemin değişimlerini veren Ahmet Kutsi şiirlerin “halk ruhunu derin bir ayna gibi” yansıttığını belirtiyor ve bunun millet ruhu olduğunu savunuyor.
2) İkinci bölümde âşıkları dinlemek “”eserlerini zapt etmek ve bilmukabele onlara millî ve medenî hayatımızın kuvvetli fikirlerini ve heyecanlarını telkin etmek” amacıyla düzenlendiği belirtiliyor.
3) Sivas Halayları” başlığını taşıyan üçüncü ve son bölümde Sivas oyunları toplu, iki kişilik ve yalnız oynanan oyunlar olmak üzere üçe ayrılarak anlatılıyor.
Ahmet Kutsi Tecer’in hazırladığı bu kitapçık Cumhuriyet ideolojisinin oluşumunda büyük bir rol oynadığı konusunda belgedir. Otuz yedi yaşından sonra Cumhuriyet’in aydınlığını Anadolu’ya götürme görevini üstlenmiş kişi Ahmet Kutsi Tecer’dir.
Tecer, Veysel’i diğer şairlerden farklı olarak görmüştür. Onu hem kendisine yani Anadolu’ya daha yakın, hem de Tanzimat taklitlerinden daha uzak bir insan olarak görmüştür. Anadolu’ya yakınlığı sayesinde halk ile sanatçılar arasında bir köprü kurmuş olan Veysel’i okumak da bize edebiyatımız hakkında çıkarımlar yapabilmemizi sağlar. Veysel toplumun eksi yönlerini objektiflikle ele almış olup bizlere hem kendi dönemini hem de insanın özünü göstermeye çalışmıştır.
Zaman ne kadar su gibi akıp geçse de insanoğlunun hayattan aldığı dersler ve niceleri hep aynıdır. Anadolu’nun tam toprağından olan Âşık Veysel bize sunduklarıyla koca bir neslin önünü açmıştır. Edebiyatımızın gidişatında olan değişikliklerde büyük rol onamıştır. Sazıyla birleşen mısraları dile gelir gibi bizlere yol göstermiştir. Bunlara vesile olan Ahmet Kutsi Tecer, Veysel’e hayatında yeni bir kapı açmıştır. Tecer unutulmaya yüz tutmuş geleneği tekrardan canlı kılmıştır. Anadolu’nun içinden olan ve sessiz Anadolu’nun dili olmuş olan Âşık Veysel eserlerini bizlere okutmayı başararak edebiyatımızda önemli yer kazanmıştır.