Sayı 23Sinema-Tiyatro

Anthony Hopkins’in Büyülü Sanat Dünyası

Murat CİVAOĞLU | RİZE Sosyal Bilimler Lisesi, 11-A

Anthony Hopkins veya tam adıyla Sir Philip Anthony Hopkins, 1937 yılında Galler’de dünyaya geldi. Okul günleri onuniçin pek de iç açıcı değildi. Kendini okul yerine sanata vermeyi düşünüyor, piyano çalmak ve resim yapmak istiyordu. Hemşerisi Richard Burton adlı bir oyuncu tarafından on beş yaşında keşfedilmiş ve Galler Müzik ve Tiyatro Okuluna kaydolmuştu. 1957 yılında okuldan mezun olan Hopkins, 1960 yılında ilk profesyonel oyununu sergiledi. İki kez En iyi Erkek Oyuncu Akademi Ödülünü kazanan Hopkins, aktörlüğünün yanı sıra eserleri orkestraya uyarlanmış bir besteci ve ressamdır da. Beyaz perdeye ilk adımını 1948’de Kış Aslanı (The Lion İn Winter-1968) filmiyle attı.

Kuşkusuz o vakitlere kadar Hollywood’un yıldızlarından kabul edilen Hopkins, 1991 yılında belki de kariyerinin zirve filmi olacak “Kuzuların Sessizliği”nde rol almıştır.

“Kuzuların Sessizliği”, Thomas Harris’in aynı isimli romanından uyarlanan yönetmenliğini Jonathan Demme’nin yaptığı psikolojik gerilim türündeki eserdir. Film, FBI’daki eğitimi devam eden Clarice Starling’in aradığı seri katili bulmak için yüksek güvenlikli bir tımarhaneye kapatılan yamyamlıktan tutuklanmış eski psikiyatr Hannibal Lecter’a ziyarete gitmeyle başlar. Lecter, konuşmalarıyla ve sorduğu sorularla Clarice’yi etkilemeyi ve onun zihnine girmeyi başarır. İkisi beraber çıkarları doğrultusunda bir seri katili bulmayı amaçlarlar. Hopkins, “Kuzuların Sessizliği”ndeki büyüleyici ve toplamı yaklaşık sadece 16 dakikalık performansıyla En İyi Erkek Oyuncu Akademi Ödülüne layık görülmüştür. Ayrıca bu yapım, En İyi Film Oscar’ını kazanan ilk ve tek gerilim filmi olmayı da başarmıştır.
Hopkins, halâ aklımızdan geçip gitmeyen oyunculuğuyla zihnimizi karıştırabilmektedir. Daha sonra 2001’de “Hannibal” ve 2002’de “Kızıl Ejder” filmlerinde iki kez daha Lecter rolünü canlandırmıştır. Kuşkusuz Hannibal Lecter’ı dünya sinema tarihinin en kötü adamlarından biri olarak zihinlerimize yerleştirmeyi layıkıyla başarabildiğini söyleyebiliriz.

Yıllarca oyunculuğuna hız kesmeden devam eden Hopkins, 2020 yılında çekilen “Baba” filmi ile yine çok ses getiren bir yapıta imza attı. Filmde Hopkins karşımıza Anthony rolünde çıkar. Film, demans hastası olan Anthony karakterinin zihnini vurucu bir biçimde seyirciye aktarır. Senaryonun inceliği ve dünyaların bir anda değişivermesiyle, adeta dünyayı Anthony’nin gözünden yaşayıp irdelememize sebep olan muhteşem eser, 21. Yüzyılın başyapıtlarından biri olarak görülmekte.

Hopkins bu rolü canlandırdığına 83 yaşındaydı ve bu yaşta ikinci defa En İyi Erkek Oyuncu Akademi Ödülüne layık görüldü ve bu onu ödülü kazanan en yaşlı isim yaptı. Hopkins ödülü kimi zaman göz doldurtan, kimi zaman bembeyaz bir duvara bakıp hayatı sorgulatan muhteşem oyunculuğu ile hak etmesi reddedilemez doğrusu.
Rol hakkında Benjamin Lee, The Guardian’da şöyle yazmıştır: “Hopkins, öfkeden öfkeye, küçük bir çocuk gibi annesine duyduğu özleme kadar tüm duygu yelpazesini yaşıyor ve bir aktör olarak hikâyeli bir kariyere sahip olmasıyla olan ilişkimize rağmen, hiçbir zaman inşa edilmiş bir karakter parçası gibi hissettirmiyor.” Ait olduğu herhangi bir role girmek için 200’den fazla deneme yaptığı söylenen Hopkins, belirtilen sahneyi bitirdikten sonra karakterin repliğine kadar hafızasından siler atarmış. Bu, gerçekten harika olmalı!

Oyunculuğuyla bitmez Hopkins’in kariyeri, aynı zamanda müzik alanına da yoğun ilgisi vardır. Klasik Müzik besteleriyle bu alanda da adından söz ettirir. Özellikle son yıllarda bu tarz konserlerde ses getirmekte ve çok güzel piyano çaldığı da bilinenler arasındadır. “And The Waltz Goes On” bestesini dinlenecekler listenize ekleyebilirsiniz.
Kısaca iki Oscar’lı oyuncu, yönetmen, bestekâr, ressam Anthony Hopkins’in hayatı böyledir. Filmciliğin ruhuna kapılmış Hopkins hâlâ film çevirmeye devam etmekte. Unutmadan, yakında otobiyografisini yazmayı düşündüğünü de belirteyim. Bilinmez daha gelir mi onun gibisi? Sanmam. Hannibal Lecter’ı bu derece oynayabilecek başka bir aktör tanımıyorum. Günümüz aktörleri açısından bir rol model olmalı kesinlikle. Sinema ve tiyatro aidiyet meselesidir, bu aidiyetin sonunda büyük sanatçı olan bu sinemacıların elinde muhteşem bir saygı ve arkalarında olağanüstü bir sevgi kalır. Sinemayla kalmanız dileğiyle…

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu