
Küçükken yaz tatillerini hiçbir şeye değişmezdim. Hayatımın en eğlenceli, en mutlu günleriydi o günler. Babam; ablam ve beni yaz tatili için büyükanneme bırakırdı. Koskocaman üç ay orada, büyükannemizin yanında kalırdık, bu durumdan hiç de şikâyet etmezdik. Yalnız biz yoktuk tabii ki. O semtte büyükannem gibi daha birçok büyükanne otururdu. Herkesin torunları gelirdi, sokaklar şen şakrak olurdu. Büyükannelerimiz kendi hallerinde -yahut bazen birlikte gün yaparlardı- takılırlardı, biz çocuklar ise asla ayrılmazdık. Yollar, sokaklar, her yer bizim olurdu. Özgürdük, bir çocuk ne kadar özgür olabilirse. Saklambaçtan tutun, körebesine, elim sendesine kadar her türlü oyunu oynardık o sokaklarda. Günümüz tabiriyle “deli gibi eğlenirdik”. Ağlamak nedir bilmezdik, bazen düşer yaralanırdık. Fakat arkadaşlarımızdan birisi gelir elimizden tutar, kaldırır ve hiçbir şey olmamışçasına oyunumuza devam ederdik. O acıyı hiç hissettirmedik birbirimize. Hissetmek için zaman dahi tanımadık. Sadece biz mi mutluyduk yazları? Mahalle bakkalı bayram ederdi o günlerde, büyükannelerimiz “torun, evin neşesidir” derdi hep, çocuksuz ailelerin de tebessümünü kazanırdık. Yani biz çocuklar mutluyduk ve mutluluk bulaşıcıydı.
Bir gün, bir yaz tatili geldiğinde, hepimiz büyümüştük. Fark edememiştik bunu fakat büyümüştük.
Büyükannemizin yanına gitmek istemedik, arkadaşlarımızla oyunlar oynamak istemedik, sokaktan geçen bir amca bizim saçımızı okşamadı veya mahalle bakkalının yüzünü güldürmedik. Ne ben farkındaydım bunun ne de düştüğümde elimden tutan arkadaşlarım. Artık üzüntümüz akşam ezanının okunması değil de, fotoğrafta kötü çıkmış olmamız oldu. Artık yüzümüzü güldüren saçımızın okşanması değil de alınan tabletler, telefonlar oldu. Ailem farkındaydı elbet bunun ama normal karşılandık. Biz hariç herkes, her şey normal karşıladı bizi. Çünkü artık büyüdüğümüzü biliyorlardı, büyüyünce değişirmiş insanlar. Büyükannem küçükken bize hep söylerdi bunu da hiç inanmazdık. “Ben büyüsem de körebe oynamaktan sıkılmam ki” diyen bizi şimdi sokakta bile göremiyor, büyükannem. Tabii onlar garipsemiyor fakat ben düşündükçe kafam daha çok karışıyor, şu büyüme işine anlam vermeye çalışıyorum. Bir insanın nasıl kendi büyüdüğünden haberi olmaz ki? Büyürken etrafımızdaki herkes fark ederken, nasıl olur da biz fark edemeyiz bunu?
Artık ben de bir anneyim, bir çocuk annesi. Yıllar önceki annem geliyor gözlerimin önüne. Ben ne kadar çok annemmişim ve oğlum ne kadar da benmiş. Yaz tatili geliyor, eşimle tatil planları yapıyoruz fakat oğlum bizimle sıkılacağı için annemin yanına bırakıyoruz. Annemin oturduğu sokakta da bizim gibi olan daha birçok aile var. Çocuklar buluşuyorlar, adeta sokak çocuğu gibi büyüyorlar o yollarda. Tıpkı bundan yıllar öncesindeki ben nasıl delicesine eğleniyorsam oğlum da şu an öyle delicesine eğleniyor. Düşünce ona da hissettirmiyorlar bu acıyı ve bir oyunda kazanınca o da tüm dünya onunmuş gibi seviniyor. Annem de onu evin neşesi olarak görüyor ve bakkal amcaları yine mutluluk sarıyor. Oysa haberi yok canım oğlumun; büyüdüğünden, büyüyünce neşesinin azalacağından, kederlerinin artacağından. Ah zavallı oğlum…
Ben yaşlanıyorum lakin artık ben bunu hissedebiliyorum. Yüzüm buruşmuş, yürürken nefes almakta zorlanıyorum. Oğlum da hızla büyüyor bunu fark ediyorum. Her ne kadar o hala bunun farkında olmasa da, büyüyor. Biz büyüdükçe dünya da değişiyor. Oğlumu bu saatten sonra nasıl korurum bilemiyorum. Benim yaptığım hataları o da yapacak, biliyorum; belki de daha fazlasını. Ona engel olmayacağım, olamayacağım. Dünya küçükler için cennet, büyükler için cehennemdi. Oğlum gittikçe cehenneme yaklaşıyordu. Ancak buna engel olamazdım. Herkes tadacaktı cehennemi. Annen cenneti de tattı, cehennemi de. Artık annen için bu dünyaya veda zamanı sevgili oğlum. Elveda…