KitaplıkSayı 22

Hayır… Romanı ve 12 Eylül Hesaplaşması

Nisa ATAMAN | RİZE Sosyal Bilimler Lisesi, 12-C

Adalet Ağaoğlu tarafından yazılan ‘Dar Zamanlar’ üçlemesinin son kitabı olan ‘Hayır…’ tıpkı ikinci kitapta olduğu gibi darbe sonrası Türkiye’sini ele alır. İkinci kitap olan ‘Bir Düğün Gecesi’ 1970 Darbesi sonrasını anlatırken ‘Hayır…’ romanı 1980 Darbesi sonrasını anlatmaktadır. Başkarakter Aysel, diğer kitaplardaki gibi dinç ve dinamik değildir artık. Yazdığı makale hakkındaki düşüncelerini sık sık okuruz ve bu durum romanda aynı zamanda bir iç hesaplaşma olduğuna işaret eder.

Asker sınıfının irtica konusundaki hassasiyeti ve memnuniyetsizliği Cumhuriyet tarihinde beş defa otoritenin sert yüzünün gösterilmesiyle, darbeyle karşılaşılmasına sebep oldu. 1960 Darbesi ile birlikte gelen fikir hürriyeti, ipini fazla gevşetmiş 57 yıllık Cumhuriyet’in iskelesine ağır gelmeye başlamıştı. Herkes kendine birtakım ilkeler benimsemiş, bu uğurda çeteleşmiş ve sokak başlarında gencecik insanlar ölür olmuştu. Ülke ortadan ikiye ayrılıyor ve Süleyman Demirel’in başbakan olduğu hükûmet bazılarına göre durumu kontrol edemiyordu. Ya devlet başa olmalıydı ya kuzgun leşe.

Türklerde devlet kutsaldır. Araç değil amacın ta kendisidir. Bu yüzdendir ki bu coğrafyada az çok bir anarşist kültür oluşumu gözlenmez. Darbeler de halk nezdinde bu yüzden ikiye ayrılır. Şüphesiz devlet otoritesine müdahale bir kısmı rahatsız ederken halkın çoğunluğu o dönem sokakta asker görünce teşekkür eder hale gelmişti. Can güvenliği iktidar tarafından sağlanamamış, Türk vatandaşları muhtelif kamplara bölünmüştü. Daha önce dönemin iktidarına uyarılarda bulunmuş olan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, yumruğunu 12 Eylül 1980 gecesi indirmiş, Türk Silahlı Kuvvetleri yönetime el koymuştu.

Darbe kültürü bu coğrafyada Yeniçeri ayaklanmalarından miras kalmış, ‘devlet gerektiğini yapmazsa biz yapmasını biliriz’ anlayışı halihazırda Cumhuriyet’in darbe yemiş olmasını sağlamıştı. Cunta yönetimi yalnız Demokrasi’ye değil, kaleme kâğıda da sert bir müdahale olmuştu. Silahlı Kuvvetlere göre radikalleşmenin önüne geçmek için dönemin hükûmeti yetersiz olmuş, asker müdahalesi şart hale gelmişti.

Asker sokakta hakimiyeti almış, güvenliği sağlamış olsa da sert yüzünü kimseden sakınmamış, dönemin yazarlarının kaleminin ucu da kırılmıştı. Bırakın yazmayı evlerde bulundurulan kitaplar bile hürriyetten yoksun bırakılmaya yetecek nitelikte ‘kanıt’ olarak karşılık buluyordu. Darbe düşünceye ve aydınlara da sıkıyönetim uyguluyordu.

Prof. Dr. Aysel Dereli tam da böyle bir ortamda bir aydın olarak sol rejimi desteklemek iddiasıyla, o sahneye çağrılırken söylenen “Ortada sıkıyönetim yasalarıyla ziyana uğramış tek kişi kalmayana dek sizleri, hep birlikte bu yalan yöntemin bütün buyruklarına, “Hayır!” demeye çağırıyorum. Tarih önünde gerçekten suçlu olmak istemiyorsak, sırtımıza zorla binmiş olanların kendi kendilerine yaptıkları bütün uygulamalara, “Hayır!” diyelim. Üstlerine oturdukları omuzlarımızın altından çekelim.” cümleleri gerekçe gösterilerek hüküm giymişti.

Romanda Aysel üstünden dönemin aydınlarının yaşadıkları zorluklar ele alınmış, yüzleşme bu şekilde gerçekleştirilmiştir. Bu yüzleşmeyi en ağır şekilde intiharla eşleştirmiş olan Ağaoğlu, intihar kavramıyla aydınların içinden geçtiği buhranı ve toplumdaki statüsünü sorgulamış, darbenin gölgesi altında karanlıklar içinde kalmış toplumun karşılaştığı zihinsel ve fiziksel bariyerleri sembolleştirmiştir.

Aydın kesimine göre bu sert müdahaleye sessiz kalan devlet organları ve halk da suçluydu. Otoriteye boyun eğmek, kendine has kültürü koruyamamak kabul edilmemesi gereken bir şeydi. Can güvenliğinin sağlanması halk için yeterliydi çünkü. Fakat aydın kesimin toplumdaki görevi ve yeri halktan çok daha farklı olduğu için halkın hür ifadeye verdiği önem aydın sınıftan çok daha azdı.

‘Hayır…’ romanı bu yüzden bir başkaldırıdır çünkü düşüncenin, özgürlüğün ve halkın kısıtlanmasına hayır der roman boyunca. Aynılaşmaya, bastırılmaya alışmanın zararını, sonradan sonuç olarak doğacak olan yozlaşmayı bir tehlike olarak görür ve bu tehlikeye başkaldırır.

Darbeler halk için en başta bir kurtuluş olarak görülse de sonrasında gelen süreç herkes için çok daha zorlu olmuştur. Bugün yirmi yılda bir değişen hükûmetlerin neden bu kadar radikal olduğunu da gösterir. Çünkü zamanında baskı ve kısıtlamayla halk kontrol edilmişse bugün de edilebilir. 1980 darbesinden bu zamana kırk dört yıl geçti fakat biz hâlâ ayrıyız, hâlâ yabancıyız birbirimize, sokaklarda öldürmesek de birbirimizi, fikirlerimiz dikenli teller gibi zihnimizi sarmakta. Toplum ayrılmış, toplum yabancı, toplum başkalaştırılmış; otoritenin sert yüzü, asker kimlikli de olsa siyasal bir parti lideri de olsa aydınlığı engellemiş, fatura hep halka kesilmiştir.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu